Ezan Duası Kişiye Aittir, Cemaatle Edilmez
Çarşamba, Kasım 06, 2024
0
Ezanın sonunda, hem müezzin, hem de ezanı işitenlerin, salavat-ı şerife okuyup vesile duasında bulunmaları müstehaptır.
Bunu da kendi başlarına ve kendilerinin işitecekleri seviyede yapmalıdırlar.
Cemaatten birinin yüksek sesle "vesile duasını" okuması cemaatin de "amin" demesinin adet haline getirilmesi bid'attır.
Cemaatin bu duayı ezberlemesi görevlilerce sağlanmalı, bunu bilmeyenlerin başka salat-ü selamları okuyabilecekleri de unutulmamalıdır. İbadet ve zikirlerde aslolan tevkifiliktir. Yani Kitap ve Sünnette nasıl belirtilmişse o şekilde uygulanır. Ezan duasında sünnet olan, kişinin sesini yükseltmeden kendi kendine dua etmesidir.
Ancak insanların öğrenmesi için camilerde bazen açıktan okunmaktadır. Bu şekilde insanların öğrenmesi için me’sur duaları açıktan okumakta beis yoktur. Fakat öğrenme gerçekleştikten sonra açıktan okumaya devam etmek uygun olmaz (Fetavay-ı Hindiyye, V, 318).
Alıntı - Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Kurulu
Ezan duası
Ezan namaz vaktini bildiren bir namaz çağrısıdır. Kamet ise farz namazdan önce okunur. Cemaat veya fert farz namaza kametle başlar. Namaz vakitleri girdiğinde ezan okumak sünnet olduğu gibi, farz namazlardan önce ister cemaat olsun, ister fert olsun erkeklerin kamet getirmesi de sünnettir.
Ezan işitildiği zaman ezanı dinlemek, ezanı içinden tekrar ederek icabet ve tasdik etmek, bitince ezan duâsını okumak sünnettir; Peygamber Efendimizin (asm) şefaatine vesiledir.
*Abdullah bin Amr bin As (ra) bildirmiştir: Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Müezzinin ezanını işittiğiniz vakit siz de onun söylediği gibi söyleyiniz. Sonra bana salât ve selâm okuyunuz. Çünkü her kim bana bir salât okursa, bundan dolayı Allah ona on defa rahmet nazarıyla teveccüh buyurur. Sonra Allah’tan benim için vesileyi isteyiniz. Çünkü vesile Cennette bir derecedir ki, o, Allah’ın kullarından yalnız birinden başkasına lâyık olmaz. Benim o olduğumu umuyorum. Her kim benim için Allah’tan vesileyi isterse, ona şefaatim ulaşır.”1
*Câbir bin Abdullah (ra) dedi ki: Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Her kim ezanı işittiği zaman “Allahümme Rabbe hâzihi’d-da’vete’t-tâmmeti ve’s-selâti’l-kâimeti âti Seyyidina Muhammedeni’l-vesîlete ve’l-fadîlete ved’dereceter’rafiate’l-aliye. Ve’b’ashü mekâmem-mahmûdeni’llezî veadtehû. İnneke lâ tühlifu’l-miâd.” (Mânâsı: Ey bu mükemmel davetin ve namaz kıyâmı (duruşu) emrinin sahibi olan Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (asm) vesileyi, fazileti ve yüksek dereceleri ver. Ve O’na, vaad ettiğin Makam-ı Mahmûd’u lütfeyle. Muhakkak ki Sen sözünden dönmezsin” der ise, kıyamet gününde benim şefaatim ona hak olur.”2
Makam-ı Mahmûd, geçmiş ve gelecek her sınıfın, her mahlûkat cinsinin, her varlık türünün, her taifenin kendisine şiddetle muhtaç olduğu, her sınıfın ihtiyacı olan şefaatin kendisinden verildiği bir şefaat makamı olarak açıklanmıştır. Şüphesiz bu izaha haklılık veren hadis-i şerifler mevcuttur:
*İbn-i Abbas (ra) rivayet etmiştir ki; Allah Resulü (asm) bu makamın bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak tarafından şöyle bildirildiğini beyan buyurur: “O öyle bir makam ki, bu makamda öncekiler de, sonrakiler de sana teşekkür ederler, sana minnettar olurlar. Sen şerefçe bütün yaratılmışların üstünde olursun, istersin verilir, şefaat edersin şefaatin makbul olur. Senin sancağının altında olmadık hiç kimse kalmaz.”3
*Ebû Hüreyre’nin (ra) rivayeti de şöyledir: Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Bu o makamdır ki, onda ümmetime şefaat edeceğim.”4
*Ka’b bin Malik (ra) rivayet etmiştir ki; Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) şöyle buyurdu: “Allah insanları diriltecek; bana da yeşil bir elbise giydirecek. Ondan sonra Allah ne söylememi isterse söyleyeceğim. İşte Makam-ı Mahmud bu makamdır.”5
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, Peygamber Efendimiz’in (asm) Makam-ı Mahmûd’unu “Rabbanî bir sofra” kavramı ile izah eder. Öyle bir sofradır ki, Cenâb-ı Hak tarafından dağıtılan bütün nurlar, verilen bütün ikramlar, ikram edilen bütün feyizler, ihsan edilen bütün lütuflar, nimetler, bağışlamalar, mağfiretler ve merhametler o sofradan akıyor. Resul-i Zişan’a (asm) okunan Salâvat-ı Şerifeler, o İlâhî sofraya edilen dâvete icabet hükmündedir. Yani Salâvat-ı Şerife okumakla insan o İlâhî sofra sahibi tarafından yapılan dâvete uymuş; sofraya yaklaşmış ve sofradan istifade etmiş olur.6
Dipnotlar:
1. Müslim, Salât, 11
2. Buhârî, 2/365
3. Tecrit Terc. 2/574
4. a.g.e.. 2/574
5. a.g.e., 2/574
6. Mesnevî-i Nûriye, s. 76
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız