Sitemizde aramak istediğiniz konuyu
                                      "

DiniErk - Doğru Dini Bilgi

Kabe Kısımları ve Edilecek Dualar


Kabe, Mekke'de bulunan yaklaşık olarak küp şeklinde bir ibadethanedir. İslam dininin ilk ve en kutsal mekanı kabul edilir. Bu yapının etrafında Mescid-i Haram bulunur. Kuran'da Kabe'nin İbrahim ve oğlu İsmail tarafından inşa edilmiş olduğu belirtilir

Dünyadaki bütün Müslümanlar, nerede olurlarsa olsunlar, namazlarını Kabe'ye dönerek kılarlar. Kabenin olduğu yöne kıble denir. İslam'ın beş temel şartından biri olan Hac sırasında Kabe; farz olan ziyaret tavafı ve vacib olan veda tavafı ile en az iki kere tavaf edilir. Bunların dışındaki tavaflar ise sünnettir. Tavaf, (yukarıdan bakıldığında) saat yönünün tersine bir yönde Hacerü'l-Esved köşesinden başlayarak Kabe'nin etrafında yedi tam tur yürümektir. Tavaf sırasında dönülen her bir tur'a ise şavt denir. Tavaf ayrıca Umre'nin de şartları arasındadır. Hac sırasında yaklaşık 6 milyon hacı toplanarak aynı gün tavaf yaparlar.

Kabe'nin Bölümleri
Kabe'nin köşeleri yaklaşık olarak dört ana yönü gösterir. Köşelerden her birinin ayrı ismi vardır: Doğu köşesine "Hacerü'l-Esved" veya "Şarki", kuzey köşesine "Iraki" , batı köşesine "Şami" ve güney köşesine "Yemani" denir.

Kabe Kapısı: Kabe'nin doğu duvarında zeminden 2,13 metre yükseklikte bulunmaktadır.

Hacerü'l-Esved: Doğu köşesinde bulunan cennetten inen kara parlak taştır . 684'te Kabe'de çıkan bir yangında bu taş sıcaktan çatlayıp 15 parçaya bölünmüştür. Günümüzde taşın parçaları gümüş bir çerçeveyle tutulmaktadır ve görünen kısmı yaklaşık 16,5x20 cm'dir.

Kabe'nin içerisi: Kabe'nin içerisine ancak yılda iki defa (Ramazan ayı başlamadan ve Kurban Bayramı ile Hac ziyaretleri başlamadan yaklaşık 15 gün önce) "Kabe'yi temizleme töreni" adı verilen törenle Kabe'nin anahtarını geleneksel olarak ellerinde tutan "Ben-i Şaybat" kabilesi mensupları ve seçilmiş misafirler girebilmektedir. Kabe kapısı zeminden yüksekte olduğu için ozel bir tekerlekli merdiven kullanılarak girilir. Kabe'nin tavanı ahşaptır. Tabanı mermer ve kireçtaşı kareler ile kaplıdır. Tavana kadar iç duvarlarının alt yarısı mermerle kaplı olup bu mermer duvar üstüne üzerine Kur'an'dan ayetler kazılmış olan mermer tabletler konulmuştur. İç duvarların üst tarafı üzerinde altın işleme ile Kur'an ayetleri bulunan bir yeşil bez ile kaplıdır. Multazam: Kabe'nin doğu duvarında Kabe kapısı ile Hacerü'l-Esved arasındaki duvar kısmı.

Cebrail makamı: Kabe'nin kapısının bulunmadığı doğu duvarının önunde hemen "Iraki" köşesinin yanında bulunan bir mevkii.

Mizab veya Altın oluk: Kuzey duvarı üzerinde bulunan altından yapılmış oluk. Mekke'de ender yağan yağmur sularını Kabe'nin çatısından indirmek için 1627'de Osmanlılar tarfından yapılmıştır.

Şadarvan: Kabe'nin duvarlarının diplerini ender yağmur ve sel sularından korumak amacıyla yapılan mermerden koruma. Sitare veya kisve: Kabe'nin üzerine örtülen altın işlemeli hat yazıları bulunan siyah bir örtü. Üzerindeki örtü ipekli bir kumaştan dokunmuş olup, üzerine Kelime-i Şehadet işlenmiş, çatıya yakın kısmında çevresine altın işlemeli bir şerit geçirilmiş; kemer biçiminde olan bu şeritte de Kur'an ayetleri işlenmiştir. Bu örtü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir.

Hatim: Kabe'nin batı duvarının önünde bulunan ve 90 cm yüksekliğinde ve 1,5 m eninde beyaz mermerden yapılmış İsmail duvarı adı verilen kavisli yarım daire şeklinde alçak duvarla sınırlanmış bir bölge.

Makam-ı İbrahim: İbrahim ve oğlu İsmail tarafından Kabe inşaa edilmekte iken İbrahim'in ayak izini bıraktığı bir mevki. Tavaf'ın başlangıç çizgisi olarak kullanılan mermer bant.

Metaf : Metaf, Tavaf edilecek yer demektir. Hacıların Kabe’nin etrafında dolaştıkları yerdir.

Hacer-i Esved’den başlayan bir hacı, kabeyi yedi defa döner. Her dönüşe bir şavt denir. Yedi şavt bir tavaftır.
Hazret-i Adem Cennetten dünyaya geldiği zaman Cenab-ı Hak ona: “Ya Adem, yeryüzünde benim bir beytim vardır ki; semada olan beytimin hizasındadır (İzdüşümü). Melâike arşta nasıl tavaf ediyorlarsa, senin ve senin evladın ve ahfadın da yeryüzünde beytimi, yani evimi o şekilde tavaf etsinler. İnsanlar uzak yerlerden gelip ziyaret ederler, her kim itimat ederek Benden başkasını murat etmezse beni ziyaret etmiş olur. Ya Adem, sen sağ oldukça tavaf eyle. Senden sonra bütün peygamberler ve ümmetler ziyaret edecektir. O beytin mükafatı cennettir.” buyurmuştur.

Ahsef
Hazreti İbrahim (as) etraftan gelecek hediyeleri koymak için üç arşın derinliğinde kazdırdığı bir yerdir. Kabe’nin kuzey tarafında el-Mahsen namında mermerden yapılmış bir çukurdur.
Kabe’nin sıva toprağı bu çukurdan yapıldığı rivayet edilmektedir. Şimdi bu çukur kapatılmıştır.

Müstecar:
Abdullah ibni Zübeyr (ra) tarafından açtırılıp sonra yine ördürülen ikinci Kâbe kapısı ile Rükn-i Yemânî arasına ‘Müstecâr’ deniliyor.
Mültezem’in tam arka istikametinde, Kâbe’nin batı duvarındaki bir nevi izdüşümü. Buranın bir ismi de duaların kabul edildiği yer anlamında ‘Müstecab’. Hac zamanı Kâbe örtüsünün etekleri bir miktar yukarıya kaldırıldığında ikinci kapının taşlarla örülmüş yerini görmek mümkün. Buraya Makam-ı Cibril de denir. Burası Rükn-ü İrâkî köşesinden ve Kabe’den Makam-ı İbrahim tarafından 8 arşın 8 parmak uzunluğunda 5 arşın genişlik 4 arşın derinlikte bir çukur yerdir.
İbrahim (as), Kabe’yi yaptığı zaman bu çamuru bu çukurda karmış Cebrail (as) da namaz farz olduğu vakit Resulullah’a (sas) bu mübarek mevki de beş vakit namaz kıldırmıştır. Hatim daha önce Beytullah’a dahil iken Kabe’nin Kureyş tarafından yenileştirilmesi üzerine malzeme yetmediğinden Kabe’nin haricinde kalmıştır.
Abdulalh bin Zübeyr burayı Beytullaha dahil etmiş ise de Haccac bin Yusuf yine evvelki haline çevirmiştir. Bu sebepten Hatim’in etrafından tavaf edilir ancak Hatim içinde namaz kılınabilir.
Mültezemin simetriğinde kalan, Rüknül yemani ile daha sonradan kapatılan Kabenin arka kapısı arasında kalan bölgedir. Bir rivayete göre Cenab-ı Hak Hz. Adem'in tövbesini burada, diğer bir rivayete göre mültezemde kabul etmiştir.
Müstecar’ın öyküsü Şia’nın sahih kaynak kitaplarına göre şöyle olduğu söylenir.

Kabe’nin duvarı yarılmak üzere
- Ne oldu?
- Deprem!
- Hayır! Sarsıntı sadece Rükn-u Yemani’nin sol tarafından gelmekte.
- Yani Eset kızı Fatıma’nın durduğu yerden gelmekte.
- İnanılır gibi değil, Kabe’nin duvarı kendi kendisine ve korkunç bir sesle yarılıyor.
Sonra Hz. Ali’nin (aleyhi selam) annesi “Fatıma binti Esed” (selamullah aleyha), huzu ve tevazu ile vakarlı bir şekilde yarıktan içeri girer ve Allah’ın evinin içine adımını atar. Sonra duvarın iki tarafı birleşerek önceki gibi kapanır Allah’ın evi!!!
Ziyaretçiler endişe içinde kapıyı açmak için anahtarcının peşi sıra giderler. Ancak bir sorun vardır anahtar kapıyı açmaz. Ateşin Halil’i yakmaması, bıçağın İsmail’i kesmemesi gibi. Onlar bu işte bir sırrın olduğunu ve bu işin Allah tarafından kapandığını anlarlar.
Şayet tarihçiler sonraları Eset kızı Fatıma’nın yakınlarının ağzından şunları yazmıştır:
“Fatıma Binti Esed’in doğum sancıları başladığında Allah’ın evi Kabe’nin yanına gelerek şöyle bir yakarışta bulunur:
“Allah’ım! Ben sana, tüm peygamberlerine ve senin tarafından onlara gönderilen kitaplara iman etmişim. Ve bu binayı yapan ceddim İbrahim Halil’in sözünü tasdik ediyorum. Allah’ım! Bu binayı yapanın ve karnımda olan bu çocuğun hakkı için bu çocuğun doğumunu kolaylaştır!”
Bu dua sonrası Kabe ansızın yarılır ve Fatıma Kabe’nin içine girer. Sonra Allah’ın evinin duvarları kapanır ve önceki halini alarak oradakilerin ve ziyaretçilerin gözlerinden kaybolur. Ve burası “Müstecar” adını alır. Böylelikle “Hz. Ali (aleyhi selam)” yer yüzündeki en üstün mekan olan Kabe’de dünyaya gelir.

Rüknü ıraki
Rüknü Iraki’de şu dua okunur: Allahım! Senin varlığın hususunda şüpheye düşmekten, Sana ortak koşmaktan, ayrılıktan, ikiyüzlülükten, kötü ahlâktan, fena bir görünüşe düşmekten Sana sığınırım. Malıma, aileme ve çocuklarıma kötü bir dönüşle dönmekten Sana sığınırım. Allahumme innî eûzu bike mine’l-şekki ve’ş-şirki ve’ş-şikâki ve’n-nifâki ve sûi’l-ahlâki ve sûi’l-manzari fi’l-mâli ve’l-ehli ve’l-veledi.



Rükn-i Şâmî
Kâbe'nin Şam'a karşı olan köşesi.
Kuzey cihetini oluşturan Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî arası biraz batıya meyilli olup, Hicr, Altın oluk ve Hanefi Makâmı bu taraftadır. Batı tarafı yani Rükn-i Şamî ile Rükn-ı Yemânî arası, bir parça güneye meyillidir. Umre Kapısı, Veda Kapısı ve İbrahim Kapısı bu tarafta bulunmaktadır.
Rükn-i Şâmî'ye (Şam cephesine bakan köşeye) vardığında şöyle demelidir: Ey Allahım! Haccımı kabul olunmuş bir hac say. Sa'yimi sahibine teşekkür edilen bir sa'y kabul et. Günâhımı bağışlanmış günah et ve ticaretimi zarar etmeyen ticaretlerden kıl. Ey Azîz, ey Gafûr Allah... Yârab! Affeyle, rahmet eyle, bildiğin günahların karşılığını vermekten vazgeç. Çünkü en azîz ve en kerîm sensin



Rukn-u Yemani - Yemen Köşesi
Kabe'nin Yemen tarafına düşen köşesi.
Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından Kâ'be bina olunmuş, daha sonra bir köşesine, doğuya isabet ettiği için "Rükn-i Şarkî" veya Hacer'ul-Esved o köşede bulunduğu için "Rükn-i Hacerül-Esved", bir köşesine, Irak tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Irâkî", bir köşesine, Şam cihetine isabet ettiği için "Rükn-i Şâmî", bir köşesine de, Yemen tarafına isabet ettiğinden dolayı, "Rükn-i Yemânî" denilmiştir. Rükn-i Hacer ile Rükn-i Irâkî arası biraz kuzeye meyilli olup, İbrahim Makamı, Zemzem Kuyusu, Benu Şeybe Kapısı, Kâ'be'nin bu tarafındadır. Kuzey cihetini oluşturan Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî arası biraz batıya meyilli olup, Hicr, Altın oluk ve Hanefi Makâmı bu taraftadır. Batı tarafı yani Rükn-i Şamî ile Rükn-ı Yemânî arası, bir parça güneye meyillidir. Umre Kapısı, Veda Kapısı ve İbrahim Kapısı bu tarafta bulunmaktadır. Güneş ciheti yani Rükni Yemânî ile Rükn-i Hacer arası birazcık doğuya meyillidir: Safa kapısı ile güneydeki diğer kapılar bu taraftadır (Tecrid, VI,19; M. Esad, Tarîh-i Dîni İslâm, (sad. A. Lütfi Kazancı ve. dğr., 324 vd.).


Ayrıca İslâmî literatürde Kâ'be'nin Hacerul-Esved'i içine alan rüknü ile Rükn-i Yemânî "Rükneyn-i Yemâniyeyn"; mukabili olan diğer iki rüknü ise "Rükneyn-i Şâmiyeyn" diye isimlendirilmiştir. Abdullah b. Ömer'den rivâyete göre, tavaf esnasında Rükn-ı Hacer ile Rükn-i Yemânî istilânı edilmektedir. Keza aynı zattan rivayete göre, Hz. Peygamber de tavafta Rükn-i Hacer ile Rükn-i Yemânî'yi istilâm ederdi (Tecrid, I, 149-150). İzdihamdan dolayı bu mümkün olmaz ise, tekbir getirmek suretiyle tavafa devam edilmekte idi.
Tavaf esnasında Hz. Peygamber'in istilâm etmesinden dolayı, Rükn-i Yemânî'nin Rükn-i Hacer'den sonra ehemmiyetli bir yeri vardır
Rükn-i Yemâni'deki fazilet ; bu köşenin İbrahim (a.s.)'in attığı temel üzerinde oluşudur Rükn-ü yemaninin selamlamanın hikmeti Peygamberimizin bu şekilde yapmış olmasıdır. Ayrıca Peygamberimiz Kabenin kıble olarak durulması emredilmesinden önce hem kabeyi hem de mescidi aksayı önüne almak için Rükn-ü yemani bölümünde durarak namaz kılardı.



İslâm'ın ilk yıllarında namaz, Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru kılınıyordu. Ancak, Hicret'ten önce Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de namaz kılarken, mümkün mertebe Kâbe'yi arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis arasında kalacak şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer-i esved arasında namaza dururdu. Böylece hem Kâbe'ye hem de Kudüsteki Mescid-i Aksa'ya yönelmiş oluyordu. Hicretten sonra Medine'de Mescid-i Aksa'ya yöneldiğinde Kâbe'nin arka tarafta kalmasından Rasûlullah (s.a.s.) üzüntü duyuyor, kıblenin Kâbe'ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.(160) Çünkü Kâbe, atası Hz. İbrahim'in kıblesiydi.
Rüknü Yemani ile Hacer-i Esved arasında şu dua okunur:
[Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, Ahiret’te de iyilik ver. Bizi Cehennem azabından koru. (Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhirati hasane ve gınâ azâbe’n-nâr.)]
[Allahım! Küfre düşmekten, yoksulluktan, Dünya’da ve Ahiret’te rezil olmaktan Sana sığınırım. (Allahumme innî eûzu bike mine’l-kufri ve’l-fâgati ve mevâgıfi’l-hızyi fi’d-dünyâ ve’l-âhirati.)]
Rükn-i Yemânî', faziletçe son iki rükne üs­tünlüğü sadece Hz. İbrahim'in attığı temeller üzerine oturmasından ileri gelir. Bu sebeple Resûl-i Ekrem bu rüknü sadece selamlamakla yetinmiş­tir. Fakat İmam Mâlik ile Ahmed (r.a.)'e göre bu iki rükün de Rükn-i Hacer gibi öpülür.

Hatim - Hacer-i İsmail - Hacer-i Kabe - Hazire
Kabe’nin kuzeyinde Rükn-ü İrâkî ve Rükn-ü Şâmî denilen köşeler arasında yay şeklinde iki arşın yüksekliğinde yarım bir duvardır. Kabenin içinden bir yer sayılan kutsal sayılan yerlerden ve Kabe!nin en önemli yerlerinden biri..
Bu mahalle Hacer-i İsmail Hacer-i Kabe ve Hazire de denir.
Hacer-i İsmail (Hacer-i Kabe, Hazire): Hatim duvarı ile Kabe’nin arasında bir çukur vardır, içi mermer taşlar ile döşelidir.
Rivayete göre Hazreti Hacer ile Hazreti İsmail burada gömülüdür. Hatim duvarından Kabe duvarına kadar devam eden 17 arşın parmak yerin altı-yedi arşını Kabe’ye dahildir, geri kalan da Hazreti İsmail’in keçileri bağladığı bir ağıldır. Sonra buranın yeri Hatim’e ilave edilmiştir. Bundan dolayı buraya Hacer-i İsmail denilmektedir.
İsmail Aleyhisselamın kabri, Kâbe’nin yanında, Hatim, denilen yerdedir. Mescidi-i haramda kılınan namazların en kıymetlisi, burada kılınan namazdır. Ancak bunun bir rivayet olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Orada mezar varmış gibi davranmak pekte doğru değildi. Zira Kabe Allahu Tealanın evidir. Kabir yerine konulamaz.
"Hatim" denilen yerin iç kısmı tavaf alanının dışında kabul edilir. Bu yüzden de tavafın Hatim'in dışından yapılması gerekir. Çünkü, altınoluk tarafında, kısa duvarla çevrili Hatim denilen küçük bir alanın, Kâbe'ye (Beyt) dahil olduğu hadisle sabittir.
Abdullah İbn Zübeyr (ö. 72/691). Hz. Aişe'nin (ö. 57/676) şöyle dediğini nakletmiştir: Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar yeni Müslüman olup da küfür zamanına yakın olmasalardı, bir de bina yapımına yetecek kadar para bulunsaydı "Hıcır" dan beş zira miktarı bir yeri Kâbe ye ilâve ederdim. Ve insanların birinden girip diğerinden çıkacağı iki kapı yapardım" (Sahih-i Müslim, Matbaa-ı Âmire Tab'ı, IV, 98).
Yarım ay şeklindeki Hatim duvarının içinde kalan ve Hıcr-ı İsmail denen yer, Hz. İbrahim (a.s)'ın inşa ettiği asıl Kâbe'nin binasına dahilken, İslâm'ın çıkışından önce, Kureyş'in temelden itibaren yaptıkları bir tamir sırasında bu yer Kâbe duvarlarının dışında bırakılmıştır.


Esved b. Yezid (ö.75/694) yoluyla gelen bir rivayette Hz. Aişe şöyle demiştir: "Nebi (s.a.s)'e, Hıcr-ı, İsmail'in duvarının Beyt'ten olup olmadığını sordum: "Evet, duvar Beyt' tendir" buyurdu. "Kureyş için ne engel vardı ki, bu duvarı, yani Hıcr'ı, Beyt'in aslına ilâve etmediler" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Kureyşin bu Hıcr'ı, Kâbe ye ilâve etmeye bütçeleri yeterli olmadı. Bunun için Beyt'i daraltma yoluna gittiler" (Sahih-i Buhâri, Mısır(t.y), II, 146, 147.).
Abdullah İbn Zübeyr'in Mekke emirliği sırasında Yezid'in Şam'dan gönderdiği bir ordu, mancınıkla atılan taş ve yağlı fitillerle Kâbe'yi tahrip etmişti. Bunun üzerine Abdullah İbn Zübeyr, istişâre ve istihârelerden sonra Kâbe'nin temellerini açarak, Hıcr-ı da dahil etmek suretiyle, yukarıdaki hadislere uygun bir yapı meydana getirdi. Ancak bu durum uzun sürmedi. Emevi hükümdarı Abdülmelik b. Mervan'ın 73 Hicri tarihinde Haccac'ın komutasında gönderdiği bir ordu, Kâbe'yi ikinci defa tahrip etti ve İbnü'z-Zübeyr şehit edildi. Kâbe yeniden, Hıcr kısmı dışarıda kalacak şekilde Hz. Peygamber devrindeki şekliyle inşa edildi. Bundan sonra da zaman zaman tamirler olmakla birlikte Kâbe'nin yapısında bir değişiklik olmadı.
Günümüzdeki devam eden şekli budur (ez-Zebîdi, Tecrid-i Sarih Tercemesi, 7. baskı, Ankara 1984, VI, 36-43).

Tavafın Hıcr mevkiinin dışından dolaşarak yapılması bu hadisler sebebiyle vâcip hükmündedir. Bu, terkedildiği takdirde, tavafın yenilenmesi veya bir kurban cezası gerekli olur (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, II, 131, 132; "Hacc",
Hatim içerisinde namaz kılmak 5 vakit farz namazları dışında serbesttir. Çünkü namaz vakitleri de namaz kılınması izin verilse idi insanlar birbirine eziyet edebilirdi. Bunun dışında orada en az 2 rekat nafile namaz kılmak çok iyidir ve Kabe'nin içinde kılınmış gibi kabul görür. Kadınlar erkelerin arkasında durmalıdır.




Altınoluk - Mizab-ı Kabe
Mizab-ı Kabe de derler. Kabe damına yağan yağmurlar bu oluktan Hatim’e akar. Bu oluk tam Rükn-ü İrâkî ile Rükn-ü Şâmî’nin arasına düşer.
Kabe'de bulunan Altınoluk Kabe damında biriken suları Hicr'e akıtmak için kullanılmaktadır Hatim’in Rükn-ü İrâkî’den Rükn-ü Şâmî’ye kadar iki köşenin arası yirmi arşındır.
Biri Rükn-ü Şâmî’de biri Rükn-ü İrâkî’de iki kapısı vardır. Hatim’in dahili mesafesi 18 arşındır. Altın Oluk bu semtte bulunur
Farsça Mizab-ür Rahme denir. Rahmet oluğu demektir. ilk defa Miladi 605 yılında Efendimiz 35 yaşlarında iken Kureyşliler tarafından yapılan tamir esnasında konmuştur.
Daha önceleri Kabe'nin üstü açık idi. çatısı yoktu.Emevi Halifesi Abdül Melik'in emri ile Miladi 710 yıllarında altınla kaplatıldı. Altınoluk diye anılması bundan sonradır.1553 yılında Kanuni Sultan Süleyman gümüş levha ile kaplı bir oluk gönderdi. Eskisi de muhafaza için İstanbul'a getirildi.
1612 yılında Sultan i. Ahmet, gümüş üzerine altın kaplı bir olukla değiştirdi.
1857 yılında Sultan Abdülmecit Han, altınoluğu yenilemiştir.
Altınoluk Kabe'nin en çok önem atfedilen yeridir.
Kıble Kudüs';ten Kabe yönüne değiştirildiğinde Mescid-i Nebevi'nin kıblesi tam Altın Oluğun bulunduğu tarafa isabet etmişti.
Böylece Efendimiz Medine'de iken hep bu tarafa namaz kılmış, Mekke'ye geldiğinde ise Makam- İbrahim'in bulunduğu taraftan Kabe'ye yönelmeyi tercih etmiştir.
Amr Bin As: Kabe bütünüyle Kıbledir. Kendi kıblesi ise yüzüdür. (Kapısının bulunduğu taraf) Der.Kabe'de dört büyük mezhep imamının ayrı ayrı namaz kıldırdığı dönemlerde Hanefi mezhebinin makamı da Altın Oluk tarafında bulunuyordu

Geniş anlamda Altınoluk



Kabe damına konulan ve Arapça'da mlzâbü'r-rahme, Farsça'da mîzâb-ı rahmet denilen oluk Arapça'da oluk karşılığı mes'ab veya mîzâb kelimesi kullanılmakta olup mîzâbın Farsça'dan geçtiği veya “Akmak” mânasına gelen “Vzb” kökünden türeamiş olduğu şeklindeki görüşler yanında bu kelimenin mes'abın bozulmuş şekli olduğu da ileri sürülmüştür. [1037]
Türkçe'de, altın oluk diye anılan Kabe'nin oluğu İçin ise daha çok mîzâbü'I-Ka'be (mîzâb-ı Kabe) ve mîzâbü'r-rahme (mîzâb-ı rahmet) tabiri kullaanılmaktadır.
Türkçe ve Farsça'da rahamet kelimesinin mecazen yağmur mânaasını da ifade etmesi, bu tabire adı geçen dillerde İkili bir anlam kazandırmıştır.
Altın oluk Kabe'nin Rükn-i Şâmî ile Rükn-i Garbî denilen köşeleri arasındaki kuzeybatı duvarının üstünde ve bu duavarın ortasına gelecek şekilde yerleştiarilmiştir. Böylece Kabe damında biriken yağmur suları bu duvara bakan Hicr'e akmaktadır. Altın oluğun ucunda, muhatemelen suyun aşağı doğru hafifçe akamasını sağlamak için yapılmış lihyetü'l-mîzâb (oluğun sakalı) veya zaknü'l-mîzâb (oluğun çenesi) denilen bir çıkıntı mevcutatur. Hz. İbrahim Kabe'yi inşa ettiğinde üsatünü örtmemişti.
Daha sonra Kusay b. Kilâb tarafından yeniden yapılışında üsatünün ağaç ve hurma dallarıyla örtüldüğü biliniyor. Hz. Peygamber otuz beş yaşında iken Kureyş tarafından inşa edilmesi sırasında da üstü açık olan Kaabe, iki sıra halinde altı direğe dayanan bir tavan ile örtüldü ve Hicr'e bakan kuazey duvarının üstüne de bir oluk yerleşatirildi. [1038] Kabe damına konulan İlk oluk budur.
Bundan sonra da gerek Kabe'nin muhtelif zamanlarada yapılan tamirleri sırasında yıprandığı dikkate alınarak, gerekse bazı hüküm-darlarca yeni olukların hediye edilmeasi gibi vesilelerle Kabe'nin oluğu tamir edilmiş veya değiştirilmiştir. Abdullah b. Zübeyr 64 (684) yılında Kabe'yi yeniaden inşa ettirdiğinde, tavanı bu defa üç direğe oturtuldu ve oluk da eski yerine yerleştirildi. [1039]
İbnü'z-Zübeyr'in Kabe'yi genişletmek üzere Hicr istikametine kaydırdığı ve üzerinde mî-zâbın bulunduğu duvar, 74 (693) yılınada Haccâc tarafından tekrar içe çektirildiğinde oluk yine eski yerine konuldu. Kabe'nin oluğu ilk defa Emevî Halifeasi Velîd b. Abdülmelik'in (705-715) emri ile Mekke Valisi Hâlid b. Abdullah taraafından altınla kaplatıldı.
Altın oluk diye anılması da bundan sonradır. Bu oluk 4 zira uzunluğunda ve sekiz parmak eninade ve yüksekliğinde idi. [1040] Altın oluk, Mekke'de kendi adıyla anılan meşhur ribât'ın sahibi ve Râmuşt lakabıyla meşhur Ebü'l-Kâsım İbrahim b. Hüseyin eİ-Fârisi’nin yaptırdığı olukla 539 (1144-45) yılında yenilendi. 542'de (1147-48) bu oluğun yerine Abbasî Haalifesi Mükteff-Billâh'ın hediye ettiği oluk konuldu.
Abbasî Halifesi Nâsır'ın (1180-12251 koydurttuğu oluğun dıştan görüanen kısmı ise gümüş kaplamaydı. 717 (1317-18) yılında el-Melikü'l-Müeyyed oluğu ahşaba çevirdi. 843'te (1439 40) Emîr Zeyneddin tarafından oluk yine ahaşap olarak yenilendi ve altın yaldızla kaplatıldı.
Kanunî Sultan Süleyman 960 (1553) yılında gümüş levhayla kaplı bir oluk gönderdi; eskisi de muhafaza edilmek üzere İstanbul'a getirildi. [1041] Bunadan sonra Kabe'nin oluğu bir süre güamüş oluk diye anıldı. 1612 yılında. Sulatan I. Ahmed'in iyice yıpranan Kabe duavarlarını takviye için hazırlattığı dışı güamüş, üzeri altın kaplı demir kuşaklarala birlikte Mekke'ye gönderilen gümüş üzerine altın kaplı oluk da yerine konualarak eskisi İstanbul'a getirildi.
Mîzâb-ı rahmet bundan sonra yine altın oluk diye anılmaya başlandı. 3 Nisan 1630 tarihinde meydana gelen selde Kabe'nin bazı duvarlarının yıkılması üzerine yapıalan onarım çalışmaları sırasında tavan ve onu tutan üç direk de tamir edilerek daha önce I. Ahmed tarafından koyduarulan ve enkaz toplama çalışmaları sıarasında bulunarak muhafaza edilen alatın oluk, 1 Nisan 1631 tarihinde yerine konuldu. 1043 (1633-34) yılında IV. Murad bu oluğu yeniden altınla kaplattırdı.
1273'te (1856-57) Sultan Abdülmecid eskiyen bu oluğun yerine yeni bir altın oluk koydurttu. Şimdi mevcut olan altın oluk budur.
Kabe ve çevresinin kutsiyeti yanında bizzat Kabe'nin belli başlı bazı yerlerine ayn bir önem atfedilmiş olup bunlaradan biri de mîzâbın bulunduğu yerdir. Kıble Kudüs'ten Kabe yönüne doğru deağiştirildiğinde, Medine'de Mescid-i Nebinin kıblesi tam mîzâbın bulunduğu tarafa isabet etmişti. Böylece Resûlullah Medine'de iken hep bu tarafa naamaz kılmış,
Mekke'ye geldiğinde ise makam-ı İbrahim'in bulunduğu taraftan Kabe'ye yönelmeyi tercih etmiştir. [1042] Bununla birlikte Resûlullah'ın Kabe etrafında muhtelif cihetlere yönelerek namaz kıldığı da olamuştur. [1043] Abdullah b. Amr b. Âs, “Kabe bütünüyle kıbledir, kendi kıblesi ise yüzüdür (yani Kabe kaapısı ve makâm-i İbrahim'in bulunduğu doağu tarafı); eğer bu tarafa yönelerek naamaz kılamazsan Hz. Peygamber'in kıblesine yönel” demiştir ki bu da Rükn-i Şâmî İle altın oluk arasında kalan yerdir. [1044] “Hayırlı insanlaarın içeceğinden için. seçkinlerin namazagahında namaz kılın” diyen İbn Abbas'a bunların ne olduğu sorulduğunda, “Haayırlıların içeceği zemzem, seçkinlerin naamazgahı da mîzâbın altıdır” diye cevap vermiştir. [1045]
Eskiaden Kabe'de her mezhep İmamı ayn ayrı namaz kıldırırken Hanefî makamı da bu tarafta bulunuyordu. Hz. Peygamber'in tavaf esnasında mîazâbın altına geldiğinde, “Allahım! Senaden ölüm anında rahat, hesap anında da af dilerim” diye dua ettiği bilinmekatedir. [1046] Hac ile ilgili baazı kitaplarda, “Mîzâb altında dua eden hiçbir kimse yoktur ki duası kabul edilamesin” mealinde bir hadis de zikredilamektedir. [1047]
Atâ b. Ebü Rebâh şöyle der: “Kim Kabe'nin oluğu altında durur da dua ederse duası kabul olunur ve anasınadan doğduğu günkü gibi günahlarından arınır” [1048]

Hacer'ul Esved, 
Kâbe'nin doğu tarafındaki, duvarın 1,5 metre yüksekliğinde yerleştirilmiş, uzunluk çapı 30 cm. olan siyah renkli bir taştır. Bu taş tavaf başlangıcı belli olsun diye konmuştur.
Bilindiği üzere tavaf, Hacer–ül Esved (Siyah Taş)’ın bulunduğu köşeden başlanarak Yedi Şavt (tur)’dan sonra yine aynı noktada bitiriliyor. Her turda bu Siyah Taş’ın selamlanması esastır. Şayet ortam müsait ise öpülmesi sünnettir.
Hacerü’l-Esved, etrafını çevreleyen gümüş kasnak içinde muhafazaya alınmasına rağmen, asırlardır öpüle öpüle aşınmış, son yıllarda iyice çukurlaşmıştır. Kıskanç ve bencil âşıklarının dalgalar halinde hamleleri, yakınına birçok insanın sokulmasına imkân vermemektedir.
Ancak durum hiç de öyle olmamaktadır. Hacılarımız Hâcer–ül Esved’e ulaşıp öpmek için adeta her şeyi mubah görmektedirler.
Âşıklarının sayısı bilinmeyen Hacer-ul evsedin yapımı
Kâbe'nin yapımında Hz. İsmail taş taşıyor, Hz. İbrahim'de duvar örüyordu. Temel yükselmişti Hz. İbrahim oğluna:


" -Ey İsmail bir taş getir, o taşı şuraya koyalım, insanlar tavafa bunun karşısından başlasınlar" dedi.
Hz. İsmail bir taş bulup getirdi fakat İbrahim (a.s.) getirilen taşı uygun bulmadı. Hz. İsmail tekrar taş aramaya gitti. Cebrail Aleyhisselam Hacer'ul Esved'i getirdi, bugünkü yerine bizzat kendisi koydu. Hz. İsmail dönüşünde Hacer'ul Esved'i görünce;
" -Babacığım bu taşı kim getirdi" diye sordu.
Hz. İbrahim (a.s.)'de:
" -Cebrail getirdi, onu yerine yerleştirdi." dedi
Hacer'ul Esved Kâbe'yi Muazzama'da tavafın başlangıcı oldu.
Hacer'ul Esved Kâbe’nin en önemli bölümlerindendir. Bu mübarek taş bilinen taşlardan değildir. Bazı rivayetlere göre bu taş Cennet'ten getirilmiştir. Bu taşın asıl ismi: "Hacer-i Es ad"dır. (Yani beyaz ve parlak taştır) Ancak zamanla bu taşın rengi değişmiş simsiyah olmuştur. Gerek müşriklerin, gerekse günahkar insanların bu taşı öpmeleri ve el sürmeleri siyahlaşmasına sebep gösterilmektedir. Allah Rasulü (s.a.v): "Hacer'ul Esved Cennet taşlarındandır. Yeryüzünde ondan başka Cennet taşı yoktur. Billur gibi bembeyazdı. Cahiliye döneminin pisliği O'na dokunmamış olsaydı O'na dokunan hasta mutlaka iyileşirdi." buyurmuştur. İbn-i Abbas'tan rivayet edilir ki;"Hacer'ul Esved siyaha çevrilmiştir; sebebi ise dünya ehli (inanmayanlar) cennet zinetine bakmasınlar (dünyada iken görmesinler) diye." Eğer bu rivayet sahih ise gerçek cevap budur.
İslâmiyet'ten öncede bu taşın kıymeti biliniyordu. Mekke'de yaşayan Arap kabilelerinin her biri, ona ihtimam göstermeyi kendileri için şeref sayıyorlardı.
Peygamberimiz (s.a.v) otuzbeş yaşlarında idi. Henüz peygamber olmamıştı. Bir Kadın, Kâbe Hareminde buhurdanlıkta Öd ağacı yaktığı sırada, buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbe’nin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ile de Kâbe’nin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.


Bunun için Kureyşliler Kâbe’nin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerine de, tavan çatmak istiyorlar, fakat, yıkmağa kalkarlarsa azaba uğrayabileceklerinden korkuyorlar, aralarında meşvere ediyorlardı.
Bu sırada inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cidde sahillerinde parçalandı, bunu fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kâbe inşası için gerekli malzemeleri almış oldular. Ve Kâbe’nin inşaatına başladılar.
Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler ,birbirleriyle anlaşamadılar. Hatta işi o kadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. Kureyşiler, Bu iş üzerinde, dört veya beş gece durdular. Sonra Kureyşin yaşlılarından Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;
Teklifine göre, mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. Bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler.
Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün Kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemliğine razıyız dediler.
Allah Rasulü'de cübbesini çıkardı, yere serdi, Hacer'ul Esved'i cübbenin üzerine koydu. Hz. Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak onu konulacak yere getirttikten sonra mübarek elleriyle taşı kaldırdı ve yerine koydu. Böylece çok ciddi bir ihtilaf önlendi.
Tarihçiler bu olaya "Kâbe hakemliği" derler.
Hacer'ul Esved bir nevi Allah'ın sağ eli mesabesindedir. Çünkü Sevgili Peygamberimiz Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadiste:
"Hacer'ul Esved Allah'ın sağ elidir. O'nunla, misafir kullarıyla musafaha yapar, tokalaşır." (4) buyurmuştur.
Kâbe Allah'ın evi olduğuna göre buraya gelenlerde Allah'ın misafirleridir. Dünya adetine göre, ev sahibi misafirle tokalaşır. İşte Hacer'ul Esved, hac ve umre için Kâbe'ye gelen tavafa başlamadan önce "Bismillahi Allahü Ekber" diyerek Hacer'ul Esved'i selamlayan şahıslarla Allah adına temsili olarak musafaha eder.
Yalnız şunu belirtmekte fayda vardır.
Günümüzde Hacer'ul Esved'i öpmek veya el sürmek herkese nasip olmayabilir. Çünkü burada çok büyük bir izdiham vardır.
Zaman zaman ezilen, yaralanan hatta hayatını kaybedenler bile oluyor. Dolayısıyla her gün yüzlerce insan bu izdihamda yaralanmakta, incinmekte, boğulma ve ezilme tehlikesi geçirmekte; kısacası rahatsız olmaktadır. Bu izdihamın niceliğinin boyutunu yakından görmekle, neticelerini ise hastaneleri ziyaret etmekle çok daha iyi anlamak mümkündür.



Kaldı ki Hacer'ul Esved'i öpmek ne farz ne de vaciptir. Onu öpmek sadece sünnettir. Hâlbuki insanlara eziyet vermek haramdır. Haramı işlemektense sünneti terketmek daha evlâdır.
Allah Resulü’nün bununla ilgili Hz. Ömer'e tavsiyesi "Ey Ömer sen güçlü ve kuvvetli bir insansın. Hacer'ul Esved'i ziyaret edeyim derken sakın zayıf ve güçsüzlere eziyet etme. Ancak tenha ve boşluk bulduğun zamanlarda ziyaret et" buyurmuştur.
Allah Rasulü bu mübarek taşı bazen öpmüş, bazende istilam etmekle yetinmiştir.
Hz. Ömer kendi hilafeti döneminde bir gün Kâbe'yi tavaf ederken Hacer'ul Esved'i öptükten sonra O'na dikkatle bakarak: "Senin taş olduğunu, senden fayda ve zarar gelmeyeceğini biliyorum. Allah'a yemin ederim ki Hz. Muhammed (s.a.v)'in seni öptüğünü ve sana saygı gösterdiğini görmeseydim, sana saygı gösterip seni öpmezdim" demişti.
Hz. Ömer'in bu sözlerini Hz. Ali duymuş, Hz. Ömer'le karşılaşınca; "Ey Halife bu taş bildiğiniz taşlardan değildir. Zira ben Rasulüllah (s.a.v)'den duydum: Bu taşta "Kâlû belâ" sırrı gizlidir. Zira Allah kullarından "Ahdi Misaki" aldığında, onu melekler tarafından bir varakaya yazdırarak bu taşın içine gizlemiştir. Bu taş kıyamet günü ziyaretçilerinin lehine veya aleyhine şehadet yapacaktır." (6) demiştir.

Tarihçe

M. Ö. 800'de inşaa edildiği tahmin edilmektedir, Kabe, putperestlerin ve paganların putlarının bulunduğu bir yapıydı. Birçok put ile birlikte İbrahim, İsmail, İsa ve Meryem'in figürlerinin de yer aldığı kaydedilmiştir.
İslam dininin peygamberi Muhammed Kabe'de köklü değişikliklere gitmiş ve put sayılmayan Hacerül-Esved'in dışındaki bütün putları kaldırmıştır. Kur'an'da İbrahim ve İsmail peygamberler tarafından Kabe'nin temellerinin yükseltildiği yazar. Bu ayetin meali tartışmalı olmakla birlikte genel olarak İslam'da Kabe'nin ilk olarak Adem tarafından yapıldığına ancak ondan geriye sadece temellerinin ayakta kaldığına inanılır: "Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kabe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı."
Kabe, tarih boyunca birçok değişikliklere maruz kalmıştır. Çeşitli dönemlerde kısmen ya da bütünüyle yeniden inşa edilmiş ve günümüzdeki haline ulaşmıştır. Günümüzde Kabe'yi barındıran Mescid-i Haram, toplam 361.000 metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Kabe'nin etrafını çeviren ve Kabe yüksekliğini aşmayan kubbeli yapı (revaklar), Osmanlı padişahı II. Selim zamanında yapılmış, planlarını Mimar Sinan hazırlamıştır.
Kabe’yi ilk inşa ettirenin İbrahim olduğu iddia edilmektedir. Yapı olarak 145 metrekarelik bir alana sahiptir. Yüksekliği 16 metredir. 630 yılında yüksekliğinin bundan daha az olduğu, Mekke?'nin fetih günü Muhammed peygamberin damadı Ali’yi omuzlarına çıkarıp onun da Kabe’nin üzerindeki putları aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen hadisten anlaşılabilir.
İslamiyetten önce de Araplar tarafından kutsal sayılan Kabe’de 360 tane put bulunmaktaydı. Bunların en büyüğü en güçlüsü al-ilahi idi ve Güneş'le evliydi, üç tane de kizları vardi. Al-uzza, al-menat ve al-lat. Mekke’nin fethinden sonra (630) putlar atılmıştır. Yezid ve İbn-i Zübeyr savaşında Kabe mancınık atışından isabet alarak yıkılmış ve yanmıştı. İbn-i Zübeyr Kabe’yi yıkıp yeniden inşa etti. Mervan döneminde ise Kabe eski haline döndürüldü. Kanuni tarafından onarılan Kabe, 5. onarımını I. Ahmed döneminde görmüş, IV. Murad döneminde yine sel baskını sonucu yıkılmış ve hemen onarılmıştır. Kabe’nin içinde 9 adet oyma, 1 adet altın kabartma ayet, işlemeli tahta bir sandık, oymalı ve içinde tütsü yakılan tarihi bir ocak, metal zemzem testileri ve kandiller bulunuyor.

Kıble
Kabe, Müslümanların namaz ibadetleri sırasındaki yöneldikleri kıbledir. Hanefi mezhebine göre Kabe ve onun üzerinden semaya doğru olan boşluk kıbledir, Şafii mezhebine göre sadece Kabe'nin bina kısmı kıbledir.

Bibliyografya 1) Ezraki. Ahbâru Mekke (Melhas), I, 164, 174, 209, 212, 291, 318, 319, 351; II, 19, 31, 53; 2) Muhibbüddin et-Taberî. el-Kırâ likâşıdi Ûmmi'l-kurâ, Kahire 1390/1970, s. 310, 319, 351; 3) el-İstibsar fî 'acâ'ibi'l-emşâr [1049], Dârülbeyzâ 1985, s. 19, 21; 4) Fâsî. et-'lkdü'şşemtn. Kahire 1378, 88/1958-69, 1, 51. 75, 80, 82; 5) Abdülkerîm el-Kutbî, İcIamü'l-ulemâ i'l-ac lâm bi-binâ’i'l-Mescidi'i Haram [1050], Riyad 1403/1983, s. 40, 47, 52, 53, 57; 6) Evliya Celebi, Seyahatname, IX, 747; 7) Mir'âtü'l-Hareameyn (Mir'ât-ı Mekke), I, 503, vd., 543, 544, 676, 790, 794, 797, 798, 927, 940, 958; 8) İbrahim Rifat Paşa. Mir'âtü'l-Haremeyn, 1, 275; 9) Ali Hüsni el-Harbutlî, Târîhu Ka'be, Beyrut 1344/1925, s, 186; 10) Ahmed es-Sibâî. Târihu Mekke, Mekke 1399/1979, s. 28, 127, 128, 219. 476, 592; 11) Hüaseyin Abdullah Bâselâme, Târthu't-Ka'beti'l-muazzama, Cidde 1402/1982, s. 37, 42, 47, 48, 57, 58, 65, 83, 88, 89, 114, 115, 190, 193; 12) Abdülkuddûs el-Ensârî, et-Târîhu'l-mufaşşal li'l-Ka'be kable'l-lslâm, Cidde 1403/1982, s. 88, 89; 13) Jean Deny, “La Gouttiere d'or (Mizab) de la Kaba et le Sultan Ottoman Ahmed”, Wl, VI (1959-61), s. 1, 12.[1051]

Derleme @erolkaranet - 23.02.2020

Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Yorumlar Editör tarafından incelenmekte olup, spam mesajlar dikkate alınmaz. Engellenir.*