Sitemizde aramak istediğiniz konuyu

DiniErk - Doğru Dini Bilgi

Beykoz Uzun Evliya Leblebici Baba Türbesi


Uzun Evliya - Şeyh Ömer Halveti Hazretleri - Leblebici Baba
Kutbü'l-Ârifîn, Gavsü'l-Vâsilin Ömer Halveti hazretleri, Halveti tarikatı piridir. Lâkabı Ebû Abdullah’dır.
Uzun Evliya hakkında bilinenler kaynaklarda sınırlı sayıdadır. Uzun Evliya’nın halk arasında bilinen bir diğer ismi ise Leblebici Babadır
Türbe girişindeki kitabede Şeyh Ahi Mehmed Binnur müritlerinden Şeyh Ömer Halveti Hazretleri olarak adlandırılmaktadır.
Uzun Evliya hakkında bazı kaynaklarda lakabının Ebû Abdullah olduğu belirtmiştir.
Türbesinin boyu Beykoz’un üç büyük evliyası olarak bilinen Yuşa Hazretleri, Kırklar Sultanı ile aynı boydadır.
Türk evliyalardan olduğu kabul edilmiş ve yedi kez hacca gittiği söylenmektedir. 1397 yılında Tekrar memleketine dönerek irşâd görevine devam etmiş ve bir süre sonra da âhiret âlemine göçerek ruhlarını Hak Teâlâ hazretlerine teslim etmişdir. 800 hicrî yılında Pîr Ali kapı eşiğine defnedilmiştir. Günümüzde Beykoz’da bulunan mezar bu anlatılara baktığımızda makam olabilir.
Halvetiye tarikatının kurucularından sayılan Ömer Halveti hazretleri fazilet sahibi bir insandı. Zühd ve takvada ileri gidip münzevî bir hayat yaşamıştır. Bir ağaç kovuğunda kırk kere arka arkaya "erbain" çıkarmıştır.
Olağanüstü halleri ve yüksek mertebesi hakkında tasavvuf kitaplarında bilgi vardır.
Bir başka ihtimal ise burada yatan Ömer Halveti’den farklı bir zat olabilme durumudur.
Anlatılara baktığımızda burada yatan zatın İstanbul’un fethine katılmaya gelen velilerden olduğunu ve şehit olarak öldüğü yere gömüldüğü düşünülmektedir
Türbede eski geleneklerden iz kalmamış, Leblebici Baba ismi dahi değişmiş ve unutulmaya yüz tutmuştur.
Türbe Uzun Evliya cami bahçesinde olup türbenin ayak kısmında bir kuyu bulunmaktadır. Türbe her gün ziyarete açık bir durumda ziyaretçilerini beklemektedir
Allah (celle celâlühû) cümle mü'minleri şefaatlerine nail eylesin, âmin.

Evliyâlık yoluna girişi şöyle anlatılır:
Gençliğinde ata binme hevesi vardı. Âlim ve velî bir zât olan babalarının yolu üzere değil de asker olmak sevdasında idi. Bu sebeple bir müddet askerle birlikte seferlere katıldı. Bir harpte birliği dağıldı ve herkes bir tarafa kaçtı. Kendisi de atını bilmediği bir yöne sürdü. Giderken bir kısım eşkıyâ peşine takılıp etrafını kuşattı. Ölümle karşı karşıya kalmıştı. Birden velilerden olan ceddi, karşısında beliriverdi ve ona hitaben; “Ey Ömer! Ya yolumuzda olursun veya bu eşkıyalar senin başını keser. İkisinden birini seç!” buyurdular. Ömer Halvetî yaptıklarına pişman olup, ilim ve edep yolunu seçtiğini bildirdi ve ceddinden yardım istedi. O sırada haydutların bir kısmı anlaşılmayan bir şekilde yere yıkıldı. Diğerleri selâmeti kaçmakta buldular. Ömer Halvetî o gece sabaha kadar at sürdü. Seher vakti bir şehir kenarında bağlık ve bahçelik bir yere geldi. Bahçenin içinde bir zât, talebeleriyle birlikte sohbet ediyordu. Yanlarına gitti. Talebelerin arasına oturdu. Tam o sırada o zât ona döndü ve; “Elhamdülillah, seni bize bağışladılar. Biz de seni veliliğe lâyık gördük.” buyurdu. Talebeliğe kabul edip ona nefsiyle mücadele yollarını öğrettiler.
Ömer Halvetî hocasının emrini can ve başla dinledi. Nefsinin arzu ve isteklerini yapmadı. Nefsiyle uğraşması o dereceye ulaştı ki, insanlardan uzaklaşıp dağlara gitti. Bir ağaç kovuğunu kendisine mekân edinip orada ibadet ve tefekkürle meşgul oldu.
Necmüddîn Hasan anlatır:
“Ömer Halvetî hazretleri, birbiri ardınca kırk erbaîn yâni kırk kere kırk gün bir yere kapanıp ibâdetle meşgûl oldu. Bu sırada rüyâda kendisine, Resûlullah efendimiz tarafından mânevî taçlar giydirildi. Pîr Ömer Halvetî hazretleri tevhîd kelimesini dâimâ söylerdi. Ne zaman tevhîd kelimesini okusa, dağlardaki vahşî hayvanlar ve kuşlar dergâhının etrâfına gelip halka olur, onun tevhîd okuyuşunu dinlerlerdi.
Nefisle ilgili şu nasihatini çok söyler;
Kişi dâimâ nefsine muhâlefet etmeye devâm etmeli ve onun arzularını yerine getirmemeli, sıkıntılara göğüs germeli, açlığı sevmelidir. Hak yolun yolcusu kendisine lâzım olanı bilmeli, lâzım olmayanı terk etmelidir.” buyururdu.  
Rivayetler
Şehrin vâlisi ava çıkmıştı. Vâlinin önüne bir ceylan çıktı. Vâli avı görünce, ardına düştü ve atını peşinden sürdü. Bir zaman tâkib etti. Fakat yakalayamadı. Önüne bir ırmak çıktı. Avını yakalamak için atını ırmağa sürdü. Irmağı geçmek üzereyken sular yükseldi ve vâli boğulmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. O esnâda kıyıdan Ömer Halvetî, vâliye seslenerek; “Bize âid olan yerlerde hayvanları niçin incitirsiniz. Bir daha böyle yapmayın.” deyip elini uzattı. Tuttuğu gibi vâliyi atıyla birlikte çıkarıverdi. Vâli bunu görünce, af dileyip talebeleri arasına girdi.

Pîr Ömer Halvetî hazretlerine hak yolun yolcusunda ne gibi özellikler olur diye soruldu. O; “Kişi akıllı ve idrâk sâhibi olmalı. Sükût etmeli. İnsanlarla az görüşmelidir.” buyurdu.

Ömer Halvetî hazretleri talebeliği yıllarında hocasının dergâhına odun taşırdı. Bir gün yine erkenden dağa gitti. Ormanda yemyeşil çimenli bir yer bulup; “Buradan daha güzel namaz kılacak bir yer yoktur.” diyerek orada birkaç rekat namaz kıldı. O sırada gönlüne bir düşünce gelip; “Elhamdülillah! Nice kimseler vardır ki, şu anda gaflet uykusundadır. Onlar ne ibadet eder, ne Allahü teâlânın emirlerine uyar, ne de haramlardan sakınırlar. Biz ise çok şükür gücümüz yettiği kadar ibadet yapıyoruz.” deyiverdi. Sonra kalkıp bir müddet gezindi. Birden kulağına Allah-ü Teâlâ'yı zikreden sesler geldi. Etrafı dinledi. Bu sesler çok hoşuna gitti. Hemen sesin geldiği tarafa yöneldi. Gördü ki, bir adam baş aşağıya durmuş diliyle Allah-ü Teâlâ'yı anıyor, zikrediyor. Onun yanına yaklaştı, selâm verdi ve böyle durmaktaki maksadını sordu. O kimse; “Vücudum bir zaman kıyam üzere ayakta idi. Lâkin ona alıştı. Sonra rükû üzere kaldım, ona da alıştı. Bir zaman da secdede kaldım. Onun da lezzetini alamaz oldum. Şimdi ben ibadet ediciler ve hamd edenler zümresine katılmak için bu şekilde zikir ve hamd etmeyi bedenime lâyık gördüm. Ben yatsı namazını kıldıktan sonra buraya gelir, bu hâlimle Rabbimi zikrederim.” buyurdu. Ömer Halvetî bunları işitince, kendini beğenme hâlini hatırlayıp, tövbe etti ve; “Allah-ü Teâlâ'nın zikreden nice salih kulları varmış.” diyerek pişmanlık içinde hocasının dergâhına döndü. Hâlini hocasına anlatmak istedi. O sırada hocası talebelere vâz etmeye başlamıştı. Bu durumu kendisi şöyle anlatır:
“Hocam bir müddet vaazla meşgul oldu. Benim hâlimi anlamış olacak ki: “Bazı insanlar vardır ki, hemen kendisinin yetiştiğini ve çok ibadet ettiğini söyler. Bir-iki rekat namaz kılmakla öğünür, manevi dereceler ümit ederler. Halbuki öyle Hak âşıkları vardır ki, onlar akşamdan sabaha başı üzere durup Rabbini tahmîd (Elhamdülillah), tekbir (Allahü ekber) ve temcîd (Lâ havle velâ kuvvete illâ billah) ederler.” buyurdu.”
Sonra Ömer Halvetî, hocasının yardımı ile dağlarda bu hâl ile hallenip, Allah-ü Teâlâ'yı zikreder oldu.

Yazı Alıntıdır - Fotoğraf ve Video Erol Kara / @dinierk









Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Yorumlar Editör tarafından incelenmekte olup, spam mesajlar dikkate alınmaz. Engellenir.*