Sitemizde aramak istediğiniz konuyu

DiniErk - Doğru Dini Bilgi

Mini Banner

                                  "

Eşrefoğlu Süleyman Bey Caminin Sırrına Hiç Kimse Ulaşamadı


Bugünlerde ülkemizde dünya miras listesine eklenen eserlerden söz ediliyor. Suudi Arabistan`ın başkenti Riyad`da düzenlenen 45. UNESCO Dünya Miras Komitesi toplantısında alınan kararla, ülkemizden Konya Beyşehir Eşrefoğlu Camisi, Eskişehir Sivrihisar Ulu Cami, Kastamonu Kasaba Köy Mahmut Bey Camisi, Ankara Ahi Şerefeddin Camisi (Arslanhane Camisi) ve Afyonkarahisar Ulu Cami, Dünya Mirası ilan edildi.​​​​​​​
Ülkemizin, dünya miras listesine her karışıyla alınması bile aslında hiç birimizi şaşırtmamalıdır. Bir cennet vatan olan yedi düvelin gözlerini üzerinden ayırmadığı topraklarımız Anadolu ile Trakya ile cevher bir ülkedir. Kıymetini bilelim bilmeyelim ne var ki, bu taşı toprağı tozu havası mükemmel ülkemizin dünya üzerinde bir örneği daha yoktur. Medeniyetlerin üst üste kurulduğu, insanlık tarihi kadar eski olan vatanımızın hangi taşını kaldırırsanız kaldırın bir değerdir. Barbar batının hazmedemediği ancak insanlığı ve medeniyeti, ilmi ve kültürü öğrendiği bu toprakların her bir karışı bir efsanedir.
Konya Beyşehir ilçemizde bulunan Eşrefoğlu cami (Eşrefoğlu Süleyman Bey Cami ) de sırrına hiç bir ilim adamının ulaşamadığı efsanevi camilerimizden biridir. Yazımızda ansiklopedik bilgilere yer vermeden enteresan olan ve dikkat çekici bilgilerine erişip, bir kaç önce camiyi ziyaret ederek fotoğrafları bizimle paylaşan Sakarya'dan Sayın Veysel Öztürk''e teşekkür ediyoruz.
***
Orta Asya’dan Avrupa'nın içlerine kadar, Ortadoğu'dan Kuzey Afrika'ya kadar Türklerin mimari üslubunu günümüze taşıyan ahşap direkli ve kirişli camilerden olan Konya’nın Beyşehir Eşrefoğlu Cami kapıları, minberleri, sütun başlıkları, tavan kirişleri ve konsollarında görülen özenli ahşap işçiliği ile ustaların isimlerinin kayıtlı olduğu kündekâri tekniğindeki ahşap minberi ve “Kalem İşi” adı verilen bezemeleriyle olağanüstü bir marangozluk becerisi ile estetik anlayışı ile günümüz insanlarını hayrete düşüren bir yapı topluluğudur.
Selçuklu Hakanı Sultan Sancar'ın emri ile 1134 yılında yaptırılmış, daha sonra Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1297 yılında bugünkü şekliyle yeniden inşa edilmiştir. Süleyman Bey, caminin yanında bir çifte hamamla otuz bir dükkândan oluşan bir bedesten, bu çarşının güney kısmına bitişik üç kapılı, altı kubbeli bir han, bir imaret ve kendisi için de bir türbe yaptırmıştır. Halen ibadete ve ziyarete açık olan 7 asırlık cami, taş, tuğla, çini ve renkli boyama gibi birçok süsleme sanatının bir arada ve yoğun olarak kullanıldığı tek ahşap cami olması nedeniyle Türk mimarlık tarihinde özel bir yeri vardır. Tarihi yapı, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden bir ''Türk ağaç cami müzesi'' sayılıyor. 
Caminin inşasından bu yana 700 yıldan fazla bir zaman geçtiği anlaşılmaktadır. Bu kadar uzun bir süre geçmesine rağmen halen ayakta ve görevini yapan ahşap sütunların hangi ağaç türüne ait olduğu söylence şeklinde nesilden nesile aktarılan, yöredeki yaşlı bireylerle konuşulduğunda halen dile getirilen ve direklerin sedir ağacından olduğuna dair sözlü bilgiler yanında, değişik sebepler bu genellemenin yapılmasına vesile olmuşsa da mevcut bilimsel çalışmalar ve bilgiler doğrultusunda tüm ağaçların sedir olarak teşhis edilmiş olduğuna dair bir veri bulunamamıştır.
Eşrefoğlu Camii, ahşap direkler üzerine oturtulan düz tavanlı camilerin en büyüğü olarak biliniyor. Caminin ahşap olmasına rağmen 7 asır çürümeden ayakta kalabilmesinin sırrının bugün bile bilinmediği caminin önemli özelliklerinden biri de, aydınlatma fenerinin altında, orta yerde bulunan, 4-5 metre derinliğindeki "karlık" denilen kuyudur. Karlığın, caminin çürümesini önlemek amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Karlığa dolan karın yavaş yavaş erimesiyle, nemin, caminin içindeki ağaçların ömrünü uzattığı sanılıyor. Bunun yanı sıra karlık camiyi yazın serin tutarken, kışın ahşapların nem ihtiyacını ve oranını da dengelediği belirtiliyor. Yüzyıllar boyu kış aylarında caminin damındaki karlar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. Ne yazık ki, 1965 yılında karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir. Ancak tavana yapılan kumandalı sistemle cami yine havalandırılıyor.
Ahşap süslemeciliğinin doruk noktası olarak dikkatleri üzerinden eksik etmeyen caminin dış cephesini süsleyen dendanlar yapıya bir hareketlilik ve özellik katmıştır. Diğer bir önemli özelliği ise süslemeciliğinde gölgenin akışı tekniğinin kullanıldığı ilk eser olmasıdır. Caminin minare kaidesinde sivri kemerli niş içinde antik döneme ait bir lahdin bulunduğu sebil yapının en güzel unsurlarından biridir. İç kısımda mihraba dik yedi sahın bulunmaktadır. Yapıya harim kısmından giriş yaptığınızda, giriş koridorunda çini mozaik süslemeli bir kapı açıklığı görürsünüz. Bu kapı üzerinde bulunan kavsarada caminin tarihi yazmaktadır. Yapının en önemli yerlerinden biri de taç kapısıdır. Bu kapıda vakfiye şeklinde bir kitabesi bulunur. Mukarnaslı portal örtülü bir taç kapıdır. Köşede görülen mihrabiyeler ise yivlidir. Bu kapının büyüklüğüne ve süslemesine bakılırsa Selçuklu taç kapı geleneği devam ediyor diyebiliriz. Batı kapısı ise taç kapı şekli taşımaz. Yine de süslemesi bakımından önemlidir. Bir diğer önemli detay ise bingi üzerinde görülen balık pullu motiftir.
Mihrap önü kubbesinde; Baldaken tarzında tuğla konstriksiyonlu üç sivri kemere oturan bir kubbedir. Son derece güçlü renklerde sırlı tuğlalarla ve çinilerle süslenmiştir. 
Caminin mozaik çinili mihrabı çok zengin bir görünüme sahiptir. Bu zengin görünümde hakim renk ise firuzedir. Mihrapta mukarnas tekniği kullanılmıştır Burada kullanılan geçmeler bordür geçmelerdir. Mihrapta bir diğer dikkat çeken unsur ise iki büyük külçedir. Bunların etrafı çarkıfelek motifi ile konumlandırılmıştır. Genel olarak görülen süslemeler ise palmet, kıvrık dallar, stilize edilmiş bitki motifleri gibi süslemelere sahiptir.
Yapıdaki diğer bir önemli unsur ise Bey Mahfilidir. Bu mahfil ikinci katı oluşturmaktadır. Mahfil de tamamen ahşaptır. Bütün yapıda olduğu gibi burada da ahşap üzerine boyama tekniği yapılmıştır.
Ayrıca yapıda kullanılan en önemli süslemelerden biri de kalem işi süslemelerdir. Konsol bağlarında, ahşap üzerine boyanan zemin üzerine kalem işi süslemeler bulunur. Yine burada kırmızı zemin üzerine kalem işi süslemelere yer verilmiştir. Bu süslemeler Halı deseni gibi yapılmıştır. Süsleme motifi olarak en çok kullanılan unsur ise çarkıfelek motifidir.
Eşrefoğlu camii minberinde mukarnas nişlerinde yer alan süslemelerin her birinin düzenlemesinin farklı olmasıdır. Ceviz ağacından olan bu minber hakiki kündekari tekniğinde yapılmıştır. Minberin kitabesinde Eşrefoğlu Emir Süleyman Bey ve kapı kanatları üzerindeki kartuş üzerine kufi yazı ile Allah, Hz.Muhammed ve 4 Halife isimleri kabartma olarak işlenmiştir. Bu minberin ustasının ismi ise kemerin iki yanında ”Amilehü İsa” olarak belirtilmiştir. Minberin etrafına oyma sanatıyla Ayet-el Kürsi yazılmıştır.
Belge adlı haber sitesinde Doc.Dr. Nejdet GÖK "Cami mi saray mı? Yoksa her ikisi mi?” yazısında bir başka özelliği öne çıkartarak cami hakkında enteresan bir başka bilgi vermektedir. Gök yazısında "Eşrefoğlu Camii’nin itikaf ve çilehane bölümü, cami altındaki dehliz ve tünellerin bir saray izlenimi verdiğini" yazmaktadır. Yazara göre, "Müstakil saray yaparak Selçuklu Sultanı ve İlhanlı Han’ının gazabını çekmek istemeyen Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey ve çocukları caminin alışılmadık büyüklükteki itikaf ve çilehane bölümlerini saray amaçlı kullanmışlar, tehlike anında kaçabilmek için alttaki çilehane, dehliz ve göle ulaşan yolları hazırlamış olmalıdırlar. İtikaf mahalli kapısı üzerinde yer alan kitabenin zamanla silindiği, tünel ve yolların da bazı nedenlerle tahrip olup, çöktüğü de belirtilmektedir. 
Ve yazısına devamla, "Şahsi düşünceme göre; İtikaf mahallinin yan sahınlarındaki parmaklıkların ortalarına 0,95 metre en, 1.90 metre yüksekliğinde, tepe taçları sade olan "Bursa kemerli” birer kapı aralığı vardır. Soldaki kapı aralığının üstüne küçük bir Arapça kitabe konulmuş ancak günümüze bütün olarak ulaşmamıştır: "Kendisine itaat edilen bir melik (kral) olmadığın müddetçe (o melikin) yaratıcısına itaat eden bir kul ol. Eğer istediğin gibi dünyanın tümüne sahip olamıyorsan onun tamamını terket!” şeklindeki Arapça kitabeyi de kazıtmış olabilir. Günümüze sadece: "….et ki melik olursun” şekli kalmış. Gerek bu kitabede yer alan yazının içeriği ve gizli kaçış yollarının stratejik önemi göz önüne alındığında, bunların sadece zamanın insafsızlığı sonucunda tahrip veya yok olduğunu düşünmek biraz safdillik olur sanıyorum. Dedesi ve babasının fırsat bulamadığı bir yola girerek, bağımsızlık iddiasında bulunan, İlhanlı Han’ın adını kaldırıp kendi adına sikke bastırıp inşâ kitabı hazırlatan II. Süleyman, daha önce de vurguladığım gibi İlhanlıların Anadolu valisi Timurtaş Noyan tarafından şiddet ve vahşetle cezalandırılmıştır. Öyle ki II.Süleyman’ın üzerine bir ordu ile gidilmiş, kendisi yakalanmış, burnu, kulakları ve hayası kesilip boynuna takılmış, gözleri oyulmuş, ağır işkencelerden sonra Beyşehir gölüne atılıp öldürülmüştür. "
 
Derleme Erol Kara - Kaynaklar : Konya Valiliği , TarihlisanatBelge  - Foto : Veysel Öztürk





Karlık kuyusu







Çilehane







Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Yorumlar Editör tarafından incelenmekte olup, spam mesajlar dikkate alınmaz. Engellenir.*