Teknolojik gelişmeler, modernleşme ve insanların sosyal medya aracılığı ile kolaylıkla her sorularına cevap bulmasıyla ve bilgiye ulaşmanın kolaylığı bir çok konuda olduğu gibi dini konularda da kendini göstermeye başladı. Bu kolaylık din görevlilerinin ve cemaat liderlerinin düşünüldüğü gibi olmayıp kendilerinden farksız olduğu gerçeğini ortaya çıkarttıkça insanlar tarikatlardan kaçar oldu.
15 Temmuz Demokrasi harekatıyla ortaya çıkan FETÖ gerçeği ile aldatıldıklarını ve bu aldanış sonrası milyonlarca insanın mağduriyeti de cemaatlere olan güvensizliğin kıvılcımı oldu. Ve insanlar cemaatlere artık güvenmiyor.
"ABD'deki araştırmaya göre insanların ancak yüzde 47'si bir dini kuruma bağlı olduğunu söyledi. Gerek bu araştırmayı, gerekse modernleşmenin toplumları dinden uzaklaştırdığı iddiasını ve Türkiye'ye etkilerini uzmanlara yorumlattıklarını" dile getiren İndependent Türkçe yazarı Ali Kemal Erdem'in haberiyle de belirttiğimiz konunun daha net olarak ortaya çıktığı görülmüş oldu.
Erdem, makalesinde konu hakkında düşüncelerini aldığı sosyolog ve ilahiyatçılardan aldığı cevapları yazısında işlerken konuya en net açıklamayı yapanın Sosyolog Prof. Dr. Ferhat Kentel olduğu görüldü.
Kentel açıklamalarında " Birtakım insanlar 'dindar' etiketinin altında her türlü dindışı ahlaki pratiklerin, para-pul maddiyat ve parayla sağlanan güç, iktidar ve kibir içine girerken, başka insanlar da kendilerini dini görünümlerin, kılıfların ve kimliklerin dışına atıp, kendi dinselliklerini yaşıyorlar. Bir bakıma, bir kısım insanlar, cemaatin gücünden, sağladığı çıkarlardan faydalanmak için, Grace Davie'nin formülüyle 'inanmaksızın dinsel cemaatlerin içine girip, ait olurken', başkaları da ait olmadan inançlarını yaşıyor." dedi.
Kentel'in yaptığı açıklamada insanların eskisi gibi yani tek bir referans referansla (köydeki papaz ya da imam, Vatikan ya da Diyanet vs.) ile iyetnmediği için daha fazla araştırma yöneldiğini dile getirerek "Hem televizyonlardan hem kitaplardan, hem sivil toplumdan, Google'dan, sosyal medyadan, farklı referansları olan komşudan gelen mesajlarla inanıyor. İnanca dair enformasyon ve yorumların ve de inanç rekabetinin alabildiğine çoğaldığı bir dünyada inanıyor. Her şeyden önce dinsel söylemlerin içine giren sayısız dalga var… İnsanlar artık sadece ABD'li ve Hıristiyan değil; sadece Türkiyeli ve Müslüman değil…
Zamam zama Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan dini açıklamaların da tutarsızlığı, her kafadan farklı ses çıkması, dün söylenen sözün yine Diyanet kurumundaki bazı kişilerin farklı yönde konuşmaları sık sık medyaya düşmektedir. Bu karmaşıklık gençlerin dikkatinden kaçmadığı için kuruma güvenin de azaldığı bilinen bir gerçek. Ateist göürnen medyanın bu tür hatalrı sık sık manşetlere taşımasıyla gençlerin ufkunun farklı kulvarlara düştüğünü Diynaet'ğn görmemesi ya da hali hazırda iktidara paralel açıklamalr yapması, fincancı katırlarını ürkeütmeden tek düze hutbelerle ve günümüz insanlarının hemen hemen her şeyi kısa sürede fark ederek kendince bir dini yol çizmeye çalıştığı da hissedilen, korkulan bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır.
Yeni kuşakların anne babalarının yaşadığı standart ya da takidi kulluk vazifelerinin de hatasıyla kimseye bağlanmadan direk Allah'a yajın olmayı ve bunun için kendilerince bir yol bulmaya çalıştıkları giderek artarken Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bunu hissetmeden geleneksel din açıklamaları da kimseyi memnun etmiyor.
Gerçekten de Allah ile kul arasında kimsenin girmesinin gerekmediğini gençler anlıyor. Cami imamlarının yetersizliklerini görüyor. Bu yetersizlikler de ve medyaya yansıyan bazı diyanet çalışanlarının olumsuz haberiyle artık bu insanların "arkasında namaz kılınır mı kılınmaz mı "denilerek camilerden uzaklaşılmaya başlaması da kişiuye göre din kavramını giderek artırmaya yetiyor.
Gençlik, yaptığı tutarsız açıklamalar sonrasında Diyanet kurumuna inanmak istese de inanamıyor ve Sosyolog Prof. Dr. Ferhat Kentel'in şu görüşünün de buna bir referans olarak görmemize sebep oluyor.
Kentel sözlerinde "Bir yandan, 'madem öyle gerekiyor, tamam ben de sizdenim' diyerek pragmatik birtakım çözümler buluyorlar, mesela ana partinin kapısının etrafında bulunmaya çalışıyorlar. Yani güçlü olmak için 'inanmadan ait' görünüyorlar. Diğer yandan da o kadar çok zengin tecrübelerle inançlarını zenginleştiriyorlar ki, tek bir kalıp, cami, tarikat ya da cemaat onlara yeterli gelmiyor. Dinin ait olarak değil, tam tersine 'ait olmadan inanmanın' yaşanabileceğini görüyorlar. Çünkü onların anlam dünyasını geliştirecek referansların sadece sınırlı cemaatleşmiş yapılarda değil, başkalarında olduğunu görüyorlar. Yani kendine güvenini kaybeden, dolayısıyla otorite kuran kurumların krizini yaşıyoruz. Bu yüzden otoriter kurumlaşma çabalarına da bu kadar çok tanık oluyoruz. Bu yüzden 'deist' olmaya doğru kayan gençliği 'yeniden irşat etmek' gibi kriz dönemi propagandalarına tanık oluyoruz."
Türkiye'nin tek dini otoritesi olarak yüzbinlerce çalışanı olan Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun bu konuda geceli gündüzlü terlerini akıta akıta o kadar çok çalışması gerektiği öne çıkıyor ki, gelecek neslin üzerine bir şemsiye olması gerekmektedir. Bunun için insanlara en yakın olan camilerde görev alan memurlarının kültürel ve bilimsel olarak kendini geliştirmiş, araştıran, bir kaç dil bilen, konusuna vakıf olacak yüksek lisans eğitimi almış kimselerle doldurmaya başlaması bu insanların halkın içinde halka yakın diyalog ve işbirliğine, yani halka hizmette öncü olacak dağarcığa sahip çalışanlardan oluşması gerekmektedir.
Yoksa, bugünkü neslin gelecekte Diyanet gibi bir kurumu işlevsiz bırakması ya da kaldırması şimdiden mümkün görünmektedir.
Erol Kara tarafından @Dinierk için derlenmiştir.
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız