
"Yesrib..Şanı sonsuz büyüklükte olan Allah-u Teala'nın "Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım" sözüne muhatap olan yüce insan, alemlerin efendisi, günümüz bazı soytarı alimlerinin beyin dalgalarının kabul edemediği özelliklere sahip müthiş insan kıymetli peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa salli aleyhi ve sellem efendimizin hicretiyle Medeni şehir, "Medine" adını alan topraklara gidiyoruz.
Henüz peygamber efendimiz doğmamış, Hatem-ül Enbiya'dan habersiz yıllar. Her ne kadar habersiz desekte Yahudi ve Hristiyanların ve bir o kadar kafirin yaşadığı yıllarda tahrif edilmeye dönük kutsal kitapların öncesinde inen orijinal ilahi kitaplardaki Ahmed'i bilen biliyor. Bekleyen bekliyor. Kendi milletinden olmasını dileyen diliyor. Kendi soyundan gelmesini isteyen istiyor.
Resullulah henüz dünyayı şereflendirmemiş. Lakin varlığı öğrenilmiş olan yüce peygamberin şeref vereceği Yesrib işgal altına alınıyor. İşgal etmeye ve ardından fethetmeye gelen ise Yemen hükümdarı (Tubba) Ebu Kerib Es’ad b. Melikyekrib...(MS 4-385-420)
Medine, düştü düşecek. Nasrani ( Kimi kaynaklara göre Yahudi) alimleri bu işgalin, bu fethin kaldırılması için çareler aramaktadır. Ve çözüm kısa zamanda gelir. Alimler kendisiyle konuşup Medine'yi işgal etmemesi için onu uyarırlar. İşgalin kaldırmasını isterler. Melik şaşırmıştır. Bunu neden istediklerini sorar.
Es’âd el-Himyerî’ye’a, iki âlim Allah’ın Habîb’i, âhir zaman peygamberi, iki cihan güneşi Hz. Muhammed Mustafâ’nın (sav) geleceğini haber verirler. "Medine korunmuş bir şehirdir. Orayı işgal edemezsin" dediler. "Son Peygamber'in Medine'ye yerleşeceği" bilgisini verdiler.
Bu bilgi Tubba'nın dikkatini çekti.
Rasûlullah Efendimiz’i alimlerden duyup öğrenen Tûbba Esad, mübarek yüzlerini görmeden Hz. Muhammed’e cân u gönülden âşık olur.
O denli etkilendi ki Tûbba Esad âlimlere: “Hiç olmazsa O’nun zuhûr edeceği yeri söyleyin de bir nişan bırakayım!” dedi.bir ev bile yaptı ve evlâdından birini de oraya yerleştirdi.
Kendisine “Mekke’de doğacaktır, orada kendisine peygamberlik gelecektir. Mekke’de kavminden ezâ gördüğü zaman Allah’ın emri ile Yesrib’e (Medîne’ye) hicret edecektir" bilgisini veren din adamlarına da birer ev ve cariye verdi.
Rasûlullah aşkıyla yanan Melik, Mekke-i Mükerreme’ye gider. Yola çıkmadan önce oğluna bir de mektup bıraktı. Mektup şöyleydi:
“Yâ Rasûlullah! Senin vasıflarını, dinini, şevketini, ümmetinin cümle ümmetlerden hayırlı olup Allah katında cümleden makbûl ve mükerrem olduğunu ehl-i kitaptan işittim, görmeden sana âşık oldum. Nübüvvet ve risâletini tasdîk, dinini ihtiyâr, ümmetliğini kabul ettim. Ancak zaman-ı saadetine erişmek mümkün olmadığı, ömrüm buna vefâ etmediği için zarûrî olarak Cenâb-ı Saadet-meâbınız’dan niyâz ederim, lûtfen ve keremen beni kabul buyurun. Kıyâmet günü şefaatçi olarak sancağınız altına alıp, ümmetiniz arasına katın.”
Mektubu anberle birkaç yerinden mühürledi, ipeklilere sarıp, küçük bir kutuya yerleştirip oğluna teslim etti. Vasiyeti şöyleydi:
“Ömrün tamam olduğu zaman bu kutuyu oğluna teslim et. O da kendi oğluna teslim etsin. Muhammed Mustafâ (sav) nübüvvet ve risâletle şereflenip kavminin eziyeti sebebiyle izzet-i ikbâl ile buraya hicret edip Medîne’yi teşrif buyurduğu zaman, kendisine verilmek üzere benim bu mektubumu birbirinize teslim edersiniz.”
MELİK TUBBA MEKKE'DE
Melik Tubba Mekke'ye gelir ama Kureyşliler pek oralı olmaz, ona sıradan biri gibi davranırlar. Alışık değildir, canı sıkılır.Yanındakilere sorar: "Bu gurur da ne böyle? Bunlar kendilerini ne sanıyorlar?"-Efendim Mekkeliler Arabın asilleridir. Şehrin içinde Kâbe diye bir mâbedleri vardır, bu yüzden civarda itibar görür, el üstünde tutulurlar. Doğrusu mukaddes beytin imarına ve muhafazasına ziyade ehemmiyet verir, gözleri gibi bakarlar. Melik gazaba gelir. "Eh ben de o Kâbe'yi yıktırmazsam? O kibirli halkı kırıp mallarını yağmalatmazsam!"
Kafasına bu fikir girer girmez bir baş ağrısı çöker ki nasıl anlatıla... Beynini burgularla oyarlar adeta. Gözlerinden burnundan garip sıvılar akar ve felaket kokar. Sevdikleri bile yanına yaklaşamaz. Istırabı dayanılası değildir, her nefeste artar. Biraz daha, biraz daha, biraz daha...Uykuya hasret kalmıştır, ah bir lahza gözünü kırpsa...Tabipler, kahinler, büyücüler gelir, gider hepsi de aciz kalırlar. Günün birinde bir âlime açılır: "Yalvarırım çare bul, artık dayanamayacağım!" -Bu ağrılar ne zaman başladı?-Hiç unutmam Mekke'deydim, o gün halkı da bi tuhaf davranmıştı bana...-Kabe-i muazzama hakkında kötü bir şey geçti mi aklınızdan?-Doğrusunu istersen yıktırmak istemiştim, çok kızmıştım ama.-Mesele anlaşıldı, sen niyetini düzelt, tevbe et sıkıntın biter bi iznillah!Dediği gibi olur, bir anda sıhhatine kavuşur, yüzü gülmeye başlar. Tereddütsüz iman eder ve katılır Hanif dini mensupları arasına. Edep ve erkânını öğrenip Kabe-i şerifi tavaf eder. Harem ahalisine ziyafetler verir, hediyeler dağıtır, gönüllerini yapar.O gece rüyasında "Mekkelilere ikram ettiğin gibi Beyt-i şerife de ikramda bulun" denilir.-Beyte ikram nasıl olur?-Bir hilat giydir ona! Sabah hasırdan örtüler hazırlatır, hürmetle asar duvarına. O gece yine rüya. "Daha iyi bir örtü olabilirdi, hasırla kalma!"Hicaz yöresinde muâkır denilen bir kumaş vardır, ondan aldırtır.Ama ikazlar bitmez. "Hayır daha kıymetlisini!"Melik Tubba en nadide kumaşları ısmarlar, altın ve gümüşle bezetir hatta. Kabe-i muazzamayı putlardan temizler, kapısına bir kilit takar. İkazlar kesilir, demek ki tamam. Ve bir talimat yayınlar. "Beytullaha gelen edebini gözetsin, ziyaretçiler abdestli gusüllü olsunlar!" Melik Tubba Kabe-i şerif hakkında bilgi topladıkça ufku açılır. Onu bina eden nebileri tanır ve Server-i enbiya hakında mâlumat edinir. O server âsa ve deve sahibidir, tâc ve burak sahibidir, Ku'ran-ı kerim sahibidir, liva-i hamd ve minber sahibidir. "La ilahe illallah" sözünün sahibidir.
PEYGAMBERİMİZİ MEDİNE'YE GELDİĞİNDE
Ebâ Eyyûb el-Ensârî (Hâlid bin Zeyd), Tûbba Esad’ın yedinci göbekten torunudur, bu mektup da kendisinde idi.
Efendimiz (sav) Medîne’yi teşrîf ettiği zaman, hanımı Hz. Hâlid’e (Ebâ Eyyûb el-Ensârî’ye) dedi ki:
“Sen de herkes gibi kapının önüne biraz yiyecek bırak, inşallah Rasûlullah’ın devesi bizim evin önüne çöker de onu misafir etme şerefine Allah’ın inayetiyle biz de ereriz”
Hz. Hâlid hanımına:
“Mümkün değil, bize gelinceye kadar nice evler var. Elbet onların birine çöker, bu saadet bize imkânsız” diye cevap verdi ve ikisinin de hasret ve iştiyak içinde hicranla gözleri doldu.
Rasûlullah’ın mübarek devesi Kasvâ, yuları serbest halde sağa sola baka baka saltanatla ağır ağır yürüyordu. Etraftan ona yiyecekler uzatılıyor, çökmesi için çağırılıyordu, fakat Kasvâ hiçbirine iltifât etmiyordu. Çünkü, onun yularından Cebrâil (as) çekiyordu. Hâlid bin Zeyd’in (Ebâ Eyyûb el-Ensârî) kapısının önünde hiçbir yiyecek vs. olmadığı halde Cebrâil (as) Kasvâ’yı oraya çöktürdü.
Bunu görenler Hâlid’in yanına koşup:
“Rasûlullah’ın devesi senin evinin önünde çöktü, bu saadete sen erdin!” diye müjdeledikleri zaman, Hz. Hâlid ve hanımı sevinçlere gark olup ağlamaya başladılar.
Hz. Hâlid dışarı çıkıp hürmet ve muhabbetle Rasûlullah Efendimiz’i içeriye davet buyurdular. Rasûlullah içeri girince doğruca alt kattaki odaya gitti. Bunu gören Hz. Hâlid edebinden:
“Yâ Rasûlullah, lûtfen yukarıdaki odayı teşrîf buyurun” diye yalvardı.
Rasûlullah Efendimiz:
“Bizi ziyarete gelenler için burası daha uygundur. Hem, sendeki emâneti getir hadi” buyurdu.
Geçim derdi yakasına yapışmış, fakirlikle boğuşan Melik torunu Hz. Hâlid kendisindeki emâneti unutmuştu:
“Yâ Rasûlullah, nasıl bir emânet?”
Rasûlullah Efendimiz:
“Büyük ceddin Tûbba Esad’ın kutu içindeki mektubunu getir” buyurdu.
Hz. Hâlid’in o zaman hatırına geldi ve hemen emâneti getirip teslim etti. Efendimiz mektubu açıp okutturmadan önce şöyle buyurdu:
“Merhaba ey salih kardeş! Dinimi seçtiğini, resûl olduğumu, ümmetimden olmayı kabul ettiğini, şânı Yüce Rabbim kabul buyurdu. Ben de onu, ümmetliğe kabul ettim.” Böylece oradakiler hayretler içinde iki mûcizeye birden şâhid oldular.
Rasûlullah Efendimiz (sav) yemek yiyip, istirahate çekildiler. Hz. Hâlid ve hanımı:
“Evvellerin ve âhirlerin Efendisi, nebîlerin ve rasullerin en fazîletlisi, muttakîlerin imamı, Âlemlerin Rabbi’nin Habîbi alt katta kalsın, biz O’nun üstündeki odaya nasıl ayak basalım?”
Diyerek Rasûlullah’ın kapısının önünde derin edeb ve hayâ hisleri içinde uyumadan sabahladılar. Sabahleyin Efendimiz’e:
“Yâ Rasûlullah, lûtfen yukarıyı teşrîf buyurun, çünkü biz sabaha kadar sana ta’zîm için uyuyamadık” diyerek durumlarını arz ettiklerinde zaman, Efendimiz:
“Yâ Hâlid! Yüce Hak, seni dünyada ve ahirette muazzez, mükerrem ve muhterem eylesin…”
Efendimiz’in bu duâsıyla, Hz. Hâlid’e gösterilen hürmet ve muhabbet neredeyse hiçbir sahâbeye gösterilmedi. Rasûlullah Efendimiz Hz. Hâlid’in evinde bir rivâyete göre bir ay, başka bir rivâyete göre yedi ay kalmıştır.
PEYGAMBERİMİZDEN TUBBA MELİK'İNE ÖVGÜ
Bazı kaynaklarda Ebû Kerib Es‘ad’ın milâttan önce 703-669 yılları arasında Sebe’de krallık yaptığı, kitâbelerde adının “Sebe, Zûreydân, Hadramut, Yemanet ve Necid ile Tihâme kralı” diye geçtiği, Kâbe’ye örtü giydirdiği, nebî mi yoksa kral mı olduğunun tartışıldığı belirtilmekte, İbn Abbas onun nebî, Kâ‘b ise kral olduğunu ileri sürmektedir. Hz. Peygamber’den, “Tübbaa küfretmeyin, zira o müslüman olmuştur”; “Es‘ad el-Himyerî’ye küfretmeyin, zira o Kâbe’ye ilk örtü giydirendir” meâlinde hadisler nakledilmektedir (Müsned, V, 340; M. Hüseyin el-Ferah, I, 129, 147; II, 645-658).
Derleme : Erol Kara - @Dinierk
KAYNAKLAR
Hassa.com
Türkiye Gazetesi
TDV İslam İslam Ansiklopedisi
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız