
Mescid-i Haremde Unutulan Yer... Darün-Nedve
Milyonlarca Hacının farkında olmadığı yer ... Darün Nedve
İslâm peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) (dördüncü kuşaktan) dedesi Kusay bin Kilab’ın, Kâbe’nin kuzeyindeki tavafa başlama noktasının arka kısmına; Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin istişare etmeleri için yaptırdığı binadır.
Yapımından sonra, Mekke halkı şehirle, şehrin yönetimiyle ilgili olarak burada toplanıp, özgürce fikirlerini ifade edebilmişlerdi.
Her türlü kararın alındığı, savaş ve barış kararlarının görüşüldüğü, evlilik (nikâh) törenlerinin ve ergenlik çağına erişmiş genç kızlar için düzenlenen “ gömlek (dır’) giyme” törenlerinin de yapıldığı bu meclise, Kusayoğulları’ndan başka Mekke’deki Kureyşoğullarından kırk yaş üstü olan başkanlar da katılabiliyordu.
Kabe'nin tam karşısına gelen yerde parlamento vardı, yani «Darü'n-Nedve».
«Makam-ı Hanefi» de burada bulunuyordu.
Yani Suudilerden evvelki Osmanlı imparatorluğu döneminde dört mezhep imamının, yani Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli'nin, Kabe'nin dört tarafında makamları vardı.
Zamanla hacıların sayısı arttığından, tavafı kolaylaştırmak için, bu makamlar yıktırılmıştır.
Tarihçiler Makam-ı Hanefi'nin olduğu yerde, Darü'n-Nedve'nin olduğunu belirtmektedirler.
Darü'n-Nedve, Mekke Şehir Devletinin parlamentosu niteliğinde idi.
Mühim meseleler olunca, burada toplanılıyor ve umumi müşavere yapılıyordu. Bu evin daha başka kullanma yönleri de vardı. Dışarıdan, Mekke'ye bir kervan gelecek olursa Darü'n-Nedve'de durur ve Mekkeliler gelip bunlarla konuşur, alışveriş yaparlardı.
Geceleri, yabancılar olsun, Mekkeliler olsun, Darü'n-Nedve'de toplanırlar ve bugün kulüplerde yapıldığı gibi, orada konuşurlardı.
Geceleri, yabancılar olsun, Mekkeliler olsun, Darü'n-Nedve'de toplanırlar ve bugün kulüplerde yapıldığı gibi, orada konuşurlardı.
Hatta «Darü'n-Nedve» aynı zamanda şehrin tiyatrosu niteliğindeydi. Çünkü, tarihçiler burada, bazen birisinin ayağa kalkıp hikayeler anlattığını nakletmektedirler. Bunlar gerçek hikaye olmayıp, masallardı. Kur'an-ı Kerîm de bundan bahsetmektedir. «Geceleyin de (Cemaat halinde ve Beyt'in etrafında) hezeyanlarda bulunuyordunuz» (Şu'ara süresi, 67). Çünkü ayette geçen «Samir», geceleri masal anlatan kimse demektir, ikinci kelime olan «Tehcurün» ise, edepsizce fuhüşattan ve zevk-i selimi rencide edecek şeylerden konuşulurdu ki bu durum, bugün olduğu gibi, o zaman da bazı insanları rahatsız ediyordu.
Darü'n-Nedve'de yapılan başka bir merasim de şuydu:
Herhangi bir kız buluğa erdiği zaman Darü'n-Nedve'ye getiriliyor ve ona yeni bir elbise giydiriliyordu. Bunun manası şuydu:. «Bu kız artık buluğa erdi. Bununla evlenmek isteyen evlenebilir». Bu merasim herkesin gözü önünde cereyan etmekteydi.
Hz. Peygamberimize ait şöyle bir olay nakledilir.
Hz. Hatice, Zeyd b. Harise'yi köle olarak satın alıp Hz. Peygamber'e hediye ettikten sonra, Zeyd'in babası, yani Harise Mekke'ye gelip, oğlunun Hz. Peygamber'de olduğunu öğrenmiş ve O'nu satın almak istemişti.
Hz. Peygamber, Zeyd'in başından geçenleri yani O'nun çalınıp satıldığını, kendisinin büyük bir kabile reisinin oğlu olduğunu öğrendiğinde üzülmüş, bunun için de onlara iyilik yapmak istemişti.
Hz. Peygamber, Harise'ye şöyle dedi: «Zeyd'e karşılık sizden para alma yerine, Zeyd'i getirip kendisine soralım. Sizinle gelmek isterse, bedelsiz olarak gelsin, serbesttir. Gelmek istemezse istediğini yapsın». Zeyd getirilir ve sorulduğunda babasını tanır, «Bu babamdır» der. Hz. Peygamber Zeyd'e: «Babanla gitmek istiyor musun?»dedi. Zeyd; «Hayır» dedi ve ilave etti. «Ben sende öyle bir kibarlık gördüm ki, bu seni babama tercih ettirdi, bunun için, senin yanında köle olmayı, kabilemde şef olmaya tercih ederim.» Bunun üzerine babası üzülerek ve fakat oğluna iyi muamele yapıldığından emin olarak kabilesine döndü.
Darü'n-Nedve'de yapılan başka bir merasim de şuydu:
Herhangi bir kız buluğa erdiği zaman Darü'n-Nedve'ye getiriliyor ve ona yeni bir elbise giydiriliyordu. Bunun manası şuydu:. «Bu kız artık buluğa erdi. Bununla evlenmek isteyen evlenebilir». Bu merasim herkesin gözü önünde cereyan etmekteydi.
Hz. Peygamberimize ait şöyle bir olay nakledilir.
Hz. Hatice, Zeyd b. Harise'yi köle olarak satın alıp Hz. Peygamber'e hediye ettikten sonra, Zeyd'in babası, yani Harise Mekke'ye gelip, oğlunun Hz. Peygamber'de olduğunu öğrenmiş ve O'nu satın almak istemişti.
Hz. Peygamber, Zeyd'in başından geçenleri yani O'nun çalınıp satıldığını, kendisinin büyük bir kabile reisinin oğlu olduğunu öğrendiğinde üzülmüş, bunun için de onlara iyilik yapmak istemişti.
Hz. Peygamber, Harise'ye şöyle dedi: «Zeyd'e karşılık sizden para alma yerine, Zeyd'i getirip kendisine soralım. Sizinle gelmek isterse, bedelsiz olarak gelsin, serbesttir. Gelmek istemezse istediğini yapsın». Zeyd getirilir ve sorulduğunda babasını tanır, «Bu babamdır» der. Hz. Peygamber Zeyd'e: «Babanla gitmek istiyor musun?»dedi. Zeyd; «Hayır» dedi ve ilave etti. «Ben sende öyle bir kibarlık gördüm ki, bu seni babama tercih ettirdi, bunun için, senin yanında köle olmayı, kabilemde şef olmaya tercih ederim.» Bunun üzerine babası üzülerek ve fakat oğluna iyi muamele yapıldığından emin olarak kabilesine döndü.
Kâbe'deki Her Makamın Ayrı Bir Anlamı Var

MAKAMÂT-ı ERBAA ( DÖRT MAKAM)
540’lı (1145) yıllarda Hanbelî makamının mevcut olduğunu gösteren işaretlere rastlandığı şeklindeki ifadeleri (Şifâǿü’l-ġarâm, I, 395) dikkate alındığında bu makamların V (XI) veya VI. (XII.) yüzyıllarda ihdas edilmiş olduğu söylenebilir.
Şâfiî makamı Kâbe’nin doğusunda Hacerülesved ile Rüknüşşâmî arasında makām-ı İbrâhim’in arkasında,
Hanefî makamı Kâbe’nin kuzeyinde Rüknüşşâmî ile Rüknülgarbî arasında altın oluğun karşısında,
Mâlikî makamı Kâbe’nin batısında Rüknülgarbî ile Rüknülyemânî arasındaydı.
Hanbelî makamı ise ilk olarak tavaf alanının sınırı üzerinde Hacerülesved’in karşısında zemzem kuyusuna yakın bir yerde iken Şâfiî cemaatinin saf düzenini engellediği gerekçesiyle II. Abdülhamid döneminde 1884’te güney tarafına, Rüknülyemânî ile Hacerülesved’in arasına alınmıştır.
Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Ferec devrinde 807 (1404-1405) yılında onarılarak yeniden yaptırılan Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî makamları iki taş sütun üzerine yapılan bir kemerden ibaretti. Şâfiî makamında iki sütun arasında herhangi bir yapı mevcut değilken Mâlikî ve Hanbelî makamlarında iki sütunun arasındaki yapının ortasında mihrap bulunuyordu. 801-802 (1399-1400) yıllarında tekrar inşa edilen Hanefî makamı ise dört taş sütun üzerine kurulmuş olup üstü kapalıydı ve öndeki iki direk arasında mermerden bir mihrap vardı.
Kâbe’nin çevresindeki bu makamlar bazı Osmanlı padişahları tarafından onarılarak yeniden yaptırıldı. Hanefî makamı Kanûnî Sultan Süleyman döneminde 947’de (1540) iki kat halinde inşa edilerek cemaatin tekbirleri daha rahat işitmesine imkân sağlamak için üst kat müezzinlere ayrıldı. Mâlikî ve Hanbelî makamları sekizgen şeklindeki dört sütun halinde tekrar yaptırılarak üzerine ahşap bir çatı ilâve edildi. Sultan Abdülaziz devrinde Hanbelî ve Mâlikî makamlarının çatıları yenilendi; Hanefî makamında yapılan onarımla batı ve doğu taraflarındaki direkler yükseltilerek mevcut iki kemer tek kemer haline getirildi.
MEZHEPLERİN HAREM'DE NAMAZ SIRASI
Kaynaklarda Zeydîler’e ait ayrı bir makamın bulunduğu zikredilmemekle birlikte Mescid-i Harâm’da müstakil bir cemaat teşkil ettikleri bilinen bu mezhep mensuplarına ait bir yerin olması kuvvetle muhtemeldir. Nâdir Şah’ın, Ca‘feriyye’nin beşinci mezhep olarak tanınıp bu mezhep adına Harem’de bir makam inşa edilmesi için Osmanlı Devleti nezdindeki teşebbüsleri ise başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Makāmât-ı erbaanın bulunduğu dönemlerde ayrı ayrı oluşturulan cemaatlerde hangi mezhep imamının namaza önce başladığı konusunda farklı rivayetler ve uygulamalar söz konusudur. İbn Cübeyr akşam namazı dışındaki vakit namazlarını önce Şâfiîler’in, ardından sırasıyla Mâlikîler, Hanefîler ve Hanbelîler’in kıldığını belirtirken (er-Riĥle, s. 78-79) İbn Battûta önce Şâfiîler’in başladığını, daha sonra sırasıyla Mâlikîler, Hanbelîler ve Hanefîler’in kıldığını ifade eder (er-Riĥle, I, 397-398). Takıyyüddin el-Fâsî ilk olarak Şâfiîler’in, ardından sırasıyla Hanefîler, Mâlikîler ve Hanbelîler’in kıldığını ve 790 (1388) yılından itibaren Hanefîler’in Mâlikîler’den önce kılmaya başladığını belirtmektedir (Şifâǿü’l-ġarâm, I, 393). Daha sonraki eserlerde ise önce Hanefîler’in, ardından sırasıyla Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler’in kıldığı, sadece sabah namazında önce Şâfiîler’in, son olarak da Hanefîler’in namaza durduğu kaydedilmektedir. Akşam namazı, vaktin darlığı sebebiyle bütün mezhep mensupları tarafından ayrı cemaatler halinde aynı anda kılınıyordu. Ancak imam ve müezzinlerin seslerinin birbirine karışması yüzünden namazı bozacak durumların ortaya çıkması üzerine Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Ferec’in emriyle 811 (1408) yılından itibaren akşam namazları tek cemaat halinde Şâfiî mezhebine mensup imam tarafından kıldırılmaya başlandı. Ancak bu uygulamaya Memlük Sultanı el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî tarafından 816’da (1413) son verilerek mezhep mensuplarının akşam namazlarını kendi imamlarının arkasında ayrı cemaatler halinde kılmalarına izin verildi. İbn Zahîre (ö. 960/1553 [?]), kendi döneminde Hanefî ve Şâfiî mezhebi mensuplarının akşam namazını aynı anda kıldıklarını, bu uygulamanın bazı karışıklıklara yol açması sebebiyle durumun Kanûnî Sultan Süleyman’a bildirilmesi üzerine 931 (1525) yılı sonlarında akşam namazına önce Hanefî imamının başlamasına karar verildiğini belirtir (İbrâhim Rif‘at Paşa, I, 251).
Fıkıh âlimleri, halkın cemaate katılma konusunda gevşeklik göstermesine engel olmak için dâimî imamı bulunan camilerde cemaatle namazın tekrarlanması mekruh sayılmıştır. Aralarında İbn Âbidîn’in de bulunduğu bazı fakihler mahalle mescidinde cemaatle kılınan namazın tekrarının mekruh, yol üstünde veya çarşıda bulunan camilerde ise câiz kabul edilmesinden hareketle, Mekke ve Medine mescidlerinin de yol üstü veya çarşı camisi hükmünde sayılması gerektiği için bu mescidlerde birden fazla cemaat oluşturulmasının câiz olacağı görüşündedir. Ayrıca bu konu, farklı mezhebe mensup bir imama uyarak kılınan namazın hükmü açısından da ele alınmış, her mezhep mensubunun kendi imamına uyması gerektiği dikkate alınarak aynı mescidde birden fazla cemaatin oluşması câiz kabul edilmiştir. Mescid-i Harâm’da mezheplerin vakit namazlarını ayrı cemaatler halinde kılmaları uygulamasına Abdülazîz b. Suûd döneminde 1343 (1924-25) yılında son verilmiş ve Kâbe çevresinde bulunan mezhep imamlarına ait makamlar kaldırılmıştır.
Alıntı / Derleme ve Kaynak ; Salim Öğüt - http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=270416
Hanefî makamı Kâbe’nin kuzeyinde Rüknüşşâmî ile Rüknülgarbî arasında altın oluğun karşısında,
Mâlikî makamı Kâbe’nin batısında Rüknülgarbî ile Rüknülyemânî arasındaydı.
Hanbelî makamı ise ilk olarak tavaf alanının sınırı üzerinde Hacerülesved’in karşısında zemzem kuyusuna yakın bir yerde iken Şâfiî cemaatinin saf düzenini engellediği gerekçesiyle II. Abdülhamid döneminde 1884’te güney tarafına, Rüknülyemânî ile Hacerülesved’in arasına alınmıştır.
Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Ferec devrinde 807 (1404-1405) yılında onarılarak yeniden yaptırılan Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî makamları iki taş sütun üzerine yapılan bir kemerden ibaretti. Şâfiî makamında iki sütun arasında herhangi bir yapı mevcut değilken Mâlikî ve Hanbelî makamlarında iki sütunun arasındaki yapının ortasında mihrap bulunuyordu. 801-802 (1399-1400) yıllarında tekrar inşa edilen Hanefî makamı ise dört taş sütun üzerine kurulmuş olup üstü kapalıydı ve öndeki iki direk arasında mermerden bir mihrap vardı.
Kâbe’nin çevresindeki bu makamlar bazı Osmanlı padişahları tarafından onarılarak yeniden yaptırıldı. Hanefî makamı Kanûnî Sultan Süleyman döneminde 947’de (1540) iki kat halinde inşa edilerek cemaatin tekbirleri daha rahat işitmesine imkân sağlamak için üst kat müezzinlere ayrıldı. Mâlikî ve Hanbelî makamları sekizgen şeklindeki dört sütun halinde tekrar yaptırılarak üzerine ahşap bir çatı ilâve edildi. Sultan Abdülaziz devrinde Hanbelî ve Mâlikî makamlarının çatıları yenilendi; Hanefî makamında yapılan onarımla batı ve doğu taraflarındaki direkler yükseltilerek mevcut iki kemer tek kemer haline getirildi.
MEZHEPLERİN HAREM'DE NAMAZ SIRASI
Kaynaklarda Zeydîler’e ait ayrı bir makamın bulunduğu zikredilmemekle birlikte Mescid-i Harâm’da müstakil bir cemaat teşkil ettikleri bilinen bu mezhep mensuplarına ait bir yerin olması kuvvetle muhtemeldir. Nâdir Şah’ın, Ca‘feriyye’nin beşinci mezhep olarak tanınıp bu mezhep adına Harem’de bir makam inşa edilmesi için Osmanlı Devleti nezdindeki teşebbüsleri ise başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Makāmât-ı erbaanın bulunduğu dönemlerde ayrı ayrı oluşturulan cemaatlerde hangi mezhep imamının namaza önce başladığı konusunda farklı rivayetler ve uygulamalar söz konusudur. İbn Cübeyr akşam namazı dışındaki vakit namazlarını önce Şâfiîler’in, ardından sırasıyla Mâlikîler, Hanefîler ve Hanbelîler’in kıldığını belirtirken (er-Riĥle, s. 78-79) İbn Battûta önce Şâfiîler’in başladığını, daha sonra sırasıyla Mâlikîler, Hanbelîler ve Hanefîler’in kıldığını ifade eder (er-Riĥle, I, 397-398). Takıyyüddin el-Fâsî ilk olarak Şâfiîler’in, ardından sırasıyla Hanefîler, Mâlikîler ve Hanbelîler’in kıldığını ve 790 (1388) yılından itibaren Hanefîler’in Mâlikîler’den önce kılmaya başladığını belirtmektedir (Şifâǿü’l-ġarâm, I, 393). Daha sonraki eserlerde ise önce Hanefîler’in, ardından sırasıyla Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler’in kıldığı, sadece sabah namazında önce Şâfiîler’in, son olarak da Hanefîler’in namaza durduğu kaydedilmektedir. Akşam namazı, vaktin darlığı sebebiyle bütün mezhep mensupları tarafından ayrı cemaatler halinde aynı anda kılınıyordu. Ancak imam ve müezzinlerin seslerinin birbirine karışması yüzünden namazı bozacak durumların ortaya çıkması üzerine Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Ferec’in emriyle 811 (1408) yılından itibaren akşam namazları tek cemaat halinde Şâfiî mezhebine mensup imam tarafından kıldırılmaya başlandı. Ancak bu uygulamaya Memlük Sultanı el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî tarafından 816’da (1413) son verilerek mezhep mensuplarının akşam namazlarını kendi imamlarının arkasında ayrı cemaatler halinde kılmalarına izin verildi. İbn Zahîre (ö. 960/1553 [?]), kendi döneminde Hanefî ve Şâfiî mezhebi mensuplarının akşam namazını aynı anda kıldıklarını, bu uygulamanın bazı karışıklıklara yol açması sebebiyle durumun Kanûnî Sultan Süleyman’a bildirilmesi üzerine 931 (1525) yılı sonlarında akşam namazına önce Hanefî imamının başlamasına karar verildiğini belirtir (İbrâhim Rif‘at Paşa, I, 251).
Fıkıh âlimleri, halkın cemaate katılma konusunda gevşeklik göstermesine engel olmak için dâimî imamı bulunan camilerde cemaatle namazın tekrarlanması mekruh sayılmıştır. Aralarında İbn Âbidîn’in de bulunduğu bazı fakihler mahalle mescidinde cemaatle kılınan namazın tekrarının mekruh, yol üstünde veya çarşıda bulunan camilerde ise câiz kabul edilmesinden hareketle, Mekke ve Medine mescidlerinin de yol üstü veya çarşı camisi hükmünde sayılması gerektiği için bu mescidlerde birden fazla cemaat oluşturulmasının câiz olacağı görüşündedir. Ayrıca bu konu, farklı mezhebe mensup bir imama uyarak kılınan namazın hükmü açısından da ele alınmış, her mezhep mensubunun kendi imamına uyması gerektiği dikkate alınarak aynı mescidde birden fazla cemaatin oluşması câiz kabul edilmiştir. Mescid-i Harâm’da mezheplerin vakit namazlarını ayrı cemaatler halinde kılmaları uygulamasına Abdülazîz b. Suûd döneminde 1343 (1924-25) yılında son verilmiş ve Kâbe çevresinde bulunan mezhep imamlarına ait makamlar kaldırılmıştır.
Alıntı / Derleme ve Kaynak ; Salim Öğüt - http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=270416
@Dinierk araştırdı
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız