Sitemizde aramak istediğiniz konuyu
                                      "

DiniErk - Doğru Dini Bilgi

Yanlış Anlaşılan Ayet.. Her Müslüman Sorumludur


"Ey iman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi o zaman Allah size bildirecektir." Mâide Suresi 105. Ayet

"İyiliği emret, kötülükten nehyet" ilahi emrinin artık pek uygulanmadığı zamanı yaşıyoruz. Herhangi birine İslami bir eylemi yapması konusunda ya da yanlış yapılan bir dini ritüeli düzeltme konusunda hatırlatmada bulunmak istediğinizde "sen işine bak" cümlesini çokça duyar olduk. Hatta, bir tavsiyede bulunduğunuz insanın anlık tepkisinin uzun süre devam ettiğini görür olduk. Kimseye, dini konuda , ahlaki bir davranışta, iyilik hususunda söz söylenemez oldu. Bununla birlikte din şarlatanlarının beyin yakan ifadelerine takılanların yanlış yolda olduklarını asla ve kat'a söyleyemez olduk. Herkes kendi doğrusunda gidiyor, herkes kendi aklınca din biçiyor, herkes kendine uydurma din kılıfı ile gezip tozuyor. 
Zaman zaman dini bir sohbet ve uyarı ile ilgili bilgi vermeye, ikna etmeye çalıştığınızda " sen yapıyor musun, namaz kılıyor musun, oruç tutuyor musun, faiz yemiyor musun, nikahsız beraberliğe karşı mısın? Başkasına karışma. Sen kendi dinini yaşa. Bize akıl verme. Önüne bak, kimseye sarma, kimsenin ne yaptığına karışma, kimseye müdahale etme, kimseyle muhatap olma, kimseye şunu bunu deme, başına bela alma" gbi cümle kuramlar çevremizde cirit atıyor.
Gerçek böyle görünse de, iyiliği emretmeyi bırakmalı mıyız ? İyiliği emretmek keyfi bir durum mudur yoksa ilahi bir emir midir ?
"İyiliği emretmek kötülükten nehyetmek" ilahi bir emirdir. Her Müslüman'ın üzerine farzdır. Yapmayan vebal altındadır
Buna nereden kanaat getiriyoruz. Allah c.c'nın Kur'an-ı Kerim yoluyla ve peygamberler (hepsine selam olsun) aracılığı ile bize bildirdiği emirlerden..
Ayetlere bakalım..

Âl-i İmrân / 104. Ayet
Ey mü’minler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan seçkin bir topluluk bulunsun. İşte onlar, doğru ve kalıcı yatırım yapıp kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Âl-i İmrân / 110. Ayet
Ey mü’minler! Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz usûlünce iyilikleri ve güzellikleri emredip yayar; kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu da zâten Allah’a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız. Ehl-i kitap da iman etseydi, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Gerçi içlerinde inananlar da var, fakat onların çoğu dinden çıkmış fâsıklardır.

Âl-i İmrân / 114. Ayet
Onlar Allah’a ve âhiret gününe inanır, iyiliği teşvik edip kötülükten sakındırır ve hayır işlerde birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar, sâlih kullardandır.

Mâide / 79. Ayet
Onlar, yapmakta oldukları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yaptıkları işler, gerçekten ne kadar kötü idi.

A'râf / 157. Ayet
Onlar, ellerindeki Tevrat ve İncil’de özelliklerini yazılı buldukları o Rasûl’e, okuma yazma bilmeyen o Peygamber’e uyarlar. O Peygamber onlara iyilik, doğruluk ve güzelliği emretmekte; her türlü kötülüğü ve çirkinliği yasaklamakta; temiz ve hoş olan bütün yiyecek ve içecekleri onlara helâl, kötü ve pis olan şeyleri ise onlara haram kılmakta; sırtlarındaki kendi şeriatlarından kalma ağır yükleri kaldırmakta, boyunlarına vurulmuş zincirleri kırıp atmaktadır. Bu bakımdan ona inanan, ona saygı duyan, düşmanlarına karşı ona yardım eden ve kendisine indirilen Kur’an’a uyan kimseler, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

A'râf / 199. Ayet
Rasûlüm! Sen yine de af yolunu tut, iyiliği emret ve câhiller­den yüz çevir.

Tevbe / 71. Ayet
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostu ve yardımcısıdırlar. İyiliği emir ve tavsiye eder, kötülüklerin önünü almaya çalışırlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte onlar, kendilerine Allah’ın merhametle muâmele edeceği seçkin kimselerdir. Şüphesiz ki Allah, kudreti dâimâ üstün gelen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olandır.

Hac / 41. Ayet
Allah’ın dinine yardım eden o mü’minler, kendilerine yeryüzünde bir hâkimiyet verdiğimizde, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, her türlü iyiliği emredip yayar, kötülük ve yanlışlıkları yasaklayıp önünü almaya çalışırlar. Bütün işlerin neticede varıp değerlendirileceği yer Allah’ın huzurudur.

Lokman / 17. Ayet
“Evlâdım! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır ve bu uğurda başına gelecek musîbetlere sabret. Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren mühim işlerdir.”

Yer vermeye çalıştığımız bir kısım ayetlerden görüleceği gibi  “iyiliği emretme ve kötülüklerden sakındırma”nın bir görev olduğu yazının başında yer verdiğimiz Maide Suresindeki 10. ayeti Kerime'nin mealinden de anlaşılmaktadır.
Çünkü “doğru yolda olmak”, Allah’ın bütün emir ve yasaklarına riayet etmekle mümkündür. Zira iyiliği emretmek ve kötülüklerden sandırmak da Allah’ın bir emridir. 

Neme Lazımcılık Her Zaman Vardı ?
"Ey iman edenler! Siz ancak kendinizden sorumlusunuz. Siz doğru yolda olduğunuz sürece sapkınlar size zarar veremezler." (Kur'an 5:105). Bazıları bu ayeti, bir kez doğru yola eriştiğinizde artık başkalarını doğru yola iletmenin sizin sorumluluğunuz olmadığı şeklinde yorumlarlar! Oysa durum öyle değildir.
Sahabe döneminde bazı Müslümanların bu âyeti, neme lazımcı bir anlayışa kapı aralayacak şekilde yorumlamaya başladıklarını görünce, Hz. Ebû Bekir (ra) onları uyarıp özetle şunları söylemiştir:
"Siz bu âyeti gayesinin dışına taşırıyor ve yanlış yorumluyorsunuz. Ben Resûlllah (asm)'ın 'İnsanlar bir kötülüğü görüp de onu engellemezlerse, Allah'ın onlara genel bir azap göndermesi yakındır.' buyurduğunu duydum." (Tirmizî, tefsir, 6; Ebû Dâvûd, Melahım, 27; İbn Mâce, Fiten, 17)
Gerçekten, Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber (asm)'in sünneti incelendiğinde, İslâm'da katı bir ferdiyetçilik anlayışının asla onaylanmadığı görülür. Aksine İslâm'ın bu iki temel kaynağı, bir taraftan kişiyi din kardeşinin sevinç ve kederini paylaşmaya özendirmiş, hatta "onun mutluluğunu kendisininkine tercih etmesi" anlamına gelen îsâr kavramına ayrı bir değer vermiş (bk. Haşr, 59/9 ), diğer taraftan da toplumda dirlik ve düzenliğin sağlanması ve korunması için bireylere birtakım ödevler yüklemiştir.
Fakat unutmamak gerekir ki, toplumları meydana getiren fertlerdir ve sağlıklı bir toplumsal yapı ancak görev bilincine sahip, önce kendisini düzeltmeye çalışan bireylerin baskın öğe ve bu anlamda bir kişilik haline gelebilmesiyle mümkündür. 
Kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de, yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak aydınlık yola çağrıda bulunma görevini ihmal veya terk etmemelidir. (Emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker için bk. Âl-i İmrân 3/104; Mâide 5/79)
Diğer bir rivâyete göre, Ebû Umeyye eş-Şa’banî ’den şöyle demiştir: Ebû Sa’lebe el- Huşenî’ye geldim "şu ayet hakkında ne diyorsun" diye sordum. Ebû Sa’lebe "Hangi ayet" dedi. Ben de “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar vermez.” ayeti hakkında, dedim. O da “Vallahi, sen bu soruyu tam bilen birisinden sormuş bulundun.” dedi ve devam etti; "Ben de aynı şekilde bu ayeti Rasûlullah (a.s.m)’a sormuştum şöyle buyurmuştu:"
Hayır! (sadece kendinizi düzeltmekle kalmayın). Birbirilerinize iyilikleri emredin, kötülüklerden sakındırın. Ancak ne zaman kendisine boyun eğilen bir hırsı / mal düşkünlüğünü, insanların peşinde gittikleri bir heva ve hevesi, dine tercih edilen bir dünya ve herkesin kendi görüşünü beğendiği bir dönemi gördüğünde, o zaman sadece kendi nefsinin çaresine bak ve halkı bırak! Ondan sonra öyle günler gelecek ki o günlerde dinin emirlerine uyma hususunda gösterilecek sabır, ateş parçasını elde tutmak gibi zor olacaktır. O günlerde Müslüman olarak yaşamaya çalışanlara, bu günkü sizin elli kişinin amelini isteyen kimselerin sevâbı kadar sevap yazılacaktır.” (Tirmizî, “Tefsîr”, 6; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 17; Elmalılı, III, 1825).
İnsanlıktan yana en hayırlı ümmet olarak ortaya çıkarılan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ümmetinin hakkı temsil ettiğinde, hemen her devirde mutlaka karşısına bâtılın çıkacağına işaret ediliyor. Gerçek bu olduğuna ve bâtılı tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmadığına göre, müminlerin bâtıla karşı tutumları ne ölçüde olmalıdır? 
İşte bunun cevabını Kur'ân veriyor:
Ey imân edenler! Kendinize sahip olun, kendinize bakın. Siz doğru yolda iseniz, (doğru) yoldan sapan size zarar veremez.
Mü'minler İslâmı gerçek anlamıyla yaşadıkları, imân aksiyonunu taşıdıkları takdirde, kendilerine düşeni yapmış olurlar. Çünkü böyle bir tavır ve tutumda birlik ve beraberlik ruhu üstün gelir. Küfür ehlinin zararı ise, yarı yolda kalır. O halde her fert İslâm'ı yaşadığı, toplum da ahlâkî ve sosyal meselelerini İslâmî doğrultuda çözmeğe çalıştığı gün, korku ve endişe kalkmış sayılır.
O halde ortada insanlara ışık tutan, yol gösteren bir gerçek vardır; o da Müslümanların İslâm'ı dosdoğru yaşamalarıdır.

*********
Bir an için Hz. Muhammed'in (sav) İslam'ı kamuoyuna açıklamadığını varsayalım. Ayrıca, bunu yapma arzusu olduğunu ama yapmadığını da varsayalım. Sizce ona karşı herhangi bir muhalefet olur muydu? Sizce "eğer kendisi doğru yola erişmişse, başkasını doğru yola iletmek için endişelenmesine gerek yok" diye düşünür müydü? Ve sizce iktidardakilere karşı gelerek "kendini küçük düşürür" ve "dikkat çekmemesi" ve "ortalığı karıştırmaması" gerekirdi. Tüm bunlara verilecek en büyük cevap, aklı başında hiçbir Müslümanın Hz. Muhammed'in (sav) Allah'a ve O'nun ilan ettiği Kuran'a dikkat çekmekten ve bunları duyurmaktan bir an bile vazgeçtiğini hayal edememesidir. Peygamber'in İslam'ı "ana akıma sokma" konusundaki ısrarı olmasaydı, İslam, sonraki nesillere eşlik eden etkiye asla sahip olamazdı. Zamanın sapkın normlarına ve sapkın "değerlerine" tamamen aykırı bir şekilde, bir insan peygamberin Allah kelamıyla bir araya getirilmesi, çevredeki tüm insanlar için elle tutulur, fark edilir ve apaçık ortada olmalıydı. Bir peygamber ve peygamber takipçileri, bireysel ibadetler , bencil siyamlar ve kişisel haclar sunmaktan çok, işte bu sıfatla değerlendirilir !
"Biz bütün peygamberleri, müjdeciler ve ültimatomlar olarak gönderdik ki, insanların Allah'a karşı hiçbir mazeretleri olmasın". (Nisa Suresi, 165)
İslam'ın duyurulması ve tebliği, Peygamber'in önceliğiydi. İslam'ı genel kamuoyunun dikkatine sunma konusundaki bu ısrar olmasaydı, hiçbir İslami otorite, hiçbir İslami halk ve hiçbir İslami cemaat olmazdı. Ancak, Peygamber (sav) ve havarilerinin öncülük ettiği Mekke ve Medine'deki İslam'ın kuruluş ve kuruluş sonrası yıllarındaki ideolojik mücadeleyi karakterize eden bu itici güç ile, adalet ve düşmanlık meselelerinden ziyade taharet ve necaset meseleleriyle ilgilenen günümüzün "arka kapı" dailerini karakterize eden statükocu zihniyet ve davranışlar arasında bir "kopukluk" vardır. Peygamber ve ilk nesil Müslümanlar için İslam'ın değerinin yayılmasında ve gücünde olduğu açıktı; ancak İslam'ı, Suudi banknotlarının desteklediği günümüzün durgun sistemine dönüştürene kadar azaltanlar için bu hiç de açık değildir.
Buna göre, Hz. Peygamber'in (sav) Siyerindeki güç pozisyonunu düşünmemiş Müslümanların, çok ihtiyaç duyulan İslami enerjileri, zamanları ve çabaları tüketen küçük fıkhi meselelere "İslami aktivizmi" kanalize etmekten başka gidecek yerleri yoktur. Namazda ellerinizin nerede olduğu veya hatip cuma hutbesi okurken camiye girerken iki rekat namaz kılmanın zorunlu olup olmadığı veya benzeri konular, akademik bir ümmetimiz varken entelektüel şakalar olabilir ; ancak merkezde ve çevrede yanan bir ümmetimiz varken , askeri harekâtlarda Müslüman nüfusumuzu yakıp yıkan savaşlar ve azınlık veya çoğunluk olduğumuz her yerde düşmanlıklar varken, Mekke yanarken keman çalmak Hz. Peygamber'e (sav) bir hakarettir!
O, (şunu) söylemedi mi:
"Allah'ın hükümlerini yerine getirenle getirmeyenin misali, bir gemiye binenlere benzer. Bunlardan kimisi üst güverteye, kimisi alt güverteye yerleşir. Alt güvertede denizden su çekenler, üst güvertedekilerin yanından kayıp, "Bizim gemideki (alt güvertedeki) yerimizde istediğimiz yeri delme hakkına sahibiz, ama biz üst güvertede (onlara ait olan) delik açmıyoruz!" derler. Eğer üst güvertedekiler buna izin verir ve alt güvertedekiler de istediklerini yaparsa, herkes helak olur. Fakat üst güvertedekiler ıslah yoluna giderlerse, hem kendileri hem de diğerleri yakın bir helak olmaktan kurtulurlar." ( Buhari )
Yukarıdaki hadis , toplumsal dayanışma hadisi olarak adlandırılabilir . Hiçbir Müslümanın, kendi coğrafyasında, kendi bölgesinde veya "dünyanın bir parçası" olmayan diğer Müslümanlarla hiçbir ilgisi yokmuş gibi düşünmesi, davranması ve hareket etmesi caiz değildir. Müslümanları birbirine bağlayan şey, hakikat ve adalete ait olma duygusudur; onları ortak kaderlerine iten şey ise, yukarıdaki hadisin açıkça gösterdiği gibi, paylaştıkları ilahi iş birliği ve anlayış ölçütleridir.
Ümmetin bu sosyo-politik özelliği, ümmetin Peygamber (sav)'in şahsiyetini ihmal etmesinden dolayı mevcut değildir . Ancak ayetler ve hadisler bu konuda kesin ve kayıtsızdır:
"İçinizden, marufu emreden, münkerden nehy eden bir ümmet bulunsun. İşte etkili olanlar da onlardır." (Al-i İmran, 3/104)
"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; marufu uygular, münkerden arındırırsınız; Allah'a teslim olursunuz." (Al-i İmran, 110)
Ve mükemmel insan örneği (sav) şöyle dedi:
"Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mutlaka ma'rufun yapıldığını, mutlaka münkerin kaldırıldığını göreceksiniz; ya da Allah, zamanı gelince size azap edecek ve siz de O'na yalvaracaksınız; fakat O, sizin dualarınıza cevap vermeyecektir." (Tirmizi)
Ayrıca şunları söyledi:
"Kim bir kötülük görürse onu zorla değiştirsin, eğer buna gücü yetmezse aleyhinde konuşarak değiştirmeye çalışsın, eğer buna da gücü yetmezse kalbiyle itiraz etsin ki bu, imanın en zayıf ifadesidir." (Müslim)
"Bunun üzerine, kendilerine emredilen her şeyi unuttukları sırada, kötülüğün gerçekleşmesini engellemeye çalışanları kurtardık; kötülük yapmaya yönelenleri de yaptıkları kötülüklerden ötürü korkunç bir azaba uğrattık…" (Araf Suresi, 165)
Gerçekten, Kur’an-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in sünneti incelendiğinde, İslâm’da katı bir ferdiyetçilik anlayışının asla onaylanmadığı görülür. Aksine İslâm’ın bu iki temel kaynağı, bir taraftan kişiyi din kardeşinin sevinç ve kederini paylaşmaya özendirmiş, hatta “onun mutluluğunu kendisininkine tercih etmesi” anlamına gelen îsâr kavramına ayrı bir değer vermiş (meselâ bk. Haşr 59/9), diğer taraftan da toplumda dirlik ve düzenliğin sağlanması ve korunması için bireylere birtakım ödevler yüklemiştir. Fakat unutmamak gerekir ki toplumları meydana getiren fertlerdir ve sağlıklı bir toplumsal yapı ancak görev bilincine sahip, önce kendisini düzeltmeye çalışan bireylerin baskın öge haline gelebilmesiyle mümkündür. Şu halde bu âyeti şöyle anlamak uygun olur: Kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak aydınlık yola çağrıda bulunma görevini ihmal veya terketmemelidir (emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker için bk. Âl-i İmrân 3/104; Mâide 5/79). Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 350-351

Derleme : Erol Kara / @dinierk

Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Yorumlar Editör tarafından incelenmekte olup, spam mesajlar dikkate alınmaz. Engellenir.*