
Arapça öğrenmekten kim korkar?
Kaçımızın namazımızı üstünkörü, hatta yanlış kıldığımızı, ne dediğimizi bile anlamadığımızı hiç merak ettiniz mi? Yalnızlık ve çaresizlik anlarımızda, sadece "anlamadığımız" için, teselli ve huzur bulmak için Kuran'ı elimize alıp okumakla ilgilenmediğimizi hiç fark ettiniz mi? İşlerin neden böyle olduğunu hiç merak ettiniz mi?
Ümmetin büyük bir kısmında namaz ve Kur'an ile manevi bir bağın olmaması, Kur'an'ı anlamanın ve dolayısıyla uygulamanın anahtarı olan Arapçayı ihmal etmemizin cezasıdır.
Bu ihmalin büyüklüğü özellikle Arapça konuşmayan Müslüman toplumlarda daha da belirgindir; zira bu toplumlar Arapça dışında bir çok dil öğretimini ve öğrenimini büyük bir başarıyla benimsemişlerdir.
Neden çoğumuz bir sonraki adımı atmayı, yani kutlu Mesajı saf haliyle kendimiz okuyup anlamayı reddediyoruz ?
Genellikle yaygın olan İngilizce gibi yabancı dil becerilerini edinmenin dünya çapında ilerlemeyle bağlantısını kuran çoğumuz, mükemmel telaffuzu, en moda ifadeleri, en etkili sunumu elde etmek için birçok dil engelini aşmaya hazırız.
Dinde başarıya ulaşmak için Arapça öğrenmeye aynı çabayı göstermemizi engelleyen nedir?
Motivasyon eksikliği
Çoğumuz Arapça öğrenmenin, dini daha iyi anlamak ve dolayısıyla daha iyi yaşamakla nasıl doğrudan bağlantılı olduğunu bilmiyoruz. Hatta, Arapça bilmeyen bazı kişiler bu varsayımı sorgulamaya ve yalnızca Arapça öğrenip anlamanın, kişiyi daha iyi bir Müslüman yapmadığını iddia etmeye devam ediyor.
Kur'an bu bağlantıyı şu şekilde açıklamaktadır:
“ Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik. ” [Kur’an, 12:2]
“ Bu, âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır; bilen bir topluluk için Arapça bir Kur’an’dır.” [Kur’an, 41:3]
Halifeler döneminde İslam, Arapça konuşmayan insanlar arasında yayıldıkça, Kur'an'ı, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) sözlerini ve diğer ilim kitaplarını yanlış aktarmaktan kaçınmak için İslami eğitime erişimin ön koşulu Arapça bilmek oldu. Ali bin Ebi Talib (r.a.), insanlara şu öğüdü vermiştir: "Arapçayı, (İslami) farzları ve uygulamaları öğrenirken öğrenin."
İlginçtir ki, Hz. Ali (r.a.), büyük ölçüde Arapça bilmeyenlerin yararına olmak üzere, Arapçanın sistematik bir şekilde kodlanmasıyla da tanınır. Öğrencilerinden Ebu Esved ed-Duwali, dil bilgisi sınıflandırmasını ilk başlatan kişi olmuş ve öğrencisi Muas bin Musallam el-Harra, morfolojiyi inceleyerek dönemin halifesi Abdülmelik Mervan'a klasik Arapça kurallarını öğretmiştir.
Yıllar sonra bu alimler zinciri, efsanevi klasik Arapça alimi Halil Bin Ahmed'e ulaştı ve o da 'Klasik Arapçanın Babası'nı yetiştirdi: ironik bir şekilde, bu alim Sibevayh adında bir Fars alimiydi.
Kaynak eksikliği
Arapça öğrenme kaynakları ile İngilizce öğrenme kaynakları arasında yüzeysel bir karşılaştırma bile, sıradan insanların yararlanabileceği, öğrenci dostu, kolayca erişilebilen ders kitapları, öğretmenler ve kurumlarda yeterli sayıda kaynak olmadığını gösteriyor.
Evrensel olarak kabul görmüş bir müfredat yok ve öğretim yöntemlerinde yaygın bir durgunluk ve 'eklektisizm' mevcut. Garip bir nedenden ötürü, Arapça öğrenmeye başlayan Arap olmayanlar, eğitimlerinin uzunluğu ve kapsamı hakkında sürekli olarak moral bozucu yorumlara maruz kalıyorlar ("Arapça öğrenmek ister misiniz? Yaklaşık 20 yılınız var mı?"). Bu da, günlük ibadetleri ve Kuran'ı anlayacak kadar Arapça öğrenmenin, yalnızca çok az sayıda seçkin kişinin yapabileceği, devasa bir iş olduğu izlenimini yaratıyor.
Kuran'da şöyle buyurulmuyor mu:
“ Andolsun ki, Kur’an’ı öğüt alınıp anlaşılsın diye kolaylaştırdık. Öyleyse öğüt alan var mı? ” (Kur’an, 54:40)
Samimi bir öğrenci, Allah'ın lütfu ve azimle her zaman bir yol bulacaktır . Ancak ilim ehlinin sorumluluğu, Allah'ın rızkından sahip olduklarını, ilim bakımından kendilerinden daha az şanslı olanlarla paylaşmak, bunu da kibir ve kendini beğenmişlik duygusu olmadan, din kardeşlerine karşı sevgiyle, kendileri için istedikleri şeyi, yani dini daha iyi anlayıp daha iyi yaşamayı gözeterek yapmaktır.
Samimi bir öğrenci, Allah'ın lütfu ve azmi sayesinde her zaman bir yol bulacaktır .
'Koltuk değneklerine' güvenmek
Kuran'ın anlamlarının tercümelerinin, Allah'ın sözlerinin pek çok kişiye –hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlar– ulaşmasında muazzam bir yardım sağladığı doğru olsa da, neden çoğumuzun bir sonraki adımı atmayı, yani Mesaj'ı saf haliyle, vahyedildiği gibi okuyup anlamayı reddettiğini merak ediyor insan.
Bazen acaba bu manevi desteklere o kadar çok güvenip de her birimize hitap eden Mesajı deşifre etmeye tenezzül etmeyecek kadar tembelleştik ki, içindeki sayısız anlamları ve ince nüansları özümsemeye bile tenezzül etmiyoruz; tüm bunlar da ancak Arapça bilgisiyle mümkün.
Neyse ki, seçkinler arasında dil savaşlarının yaygın olduğu bir dönemde yaşamıyoruz. Şovenistler, Arapça bilmeyenleri o kadar sert bir şekilde eleştirirlerdi ki, Allah'ın "Elastu bi Rabbikum" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusuna "Belaa" (Evet!) yerine "Na'am" (Evet) demek bile irtidat olarak değerlendirilirdi!
Acem olmasına rağmen bugün 'Arapların Babası' diye anılan Hz. İsmail'den (a.s.) ilham alalım ve 'afsaḥin-nātikīni bi-lügatiz-zād ' (Zad dilini yani Arapçayı en güzel konuşan) olarak selamlanan Peygamber'in ümmeti olmaya layık olalım. O'na salat ve selam olsun.



Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız