Allah’ın dininin yüceltilmesi için dünya hayatından vazgeçerek, can, mal,
namus, akıl, din, millet ve vatanı korumak için tevhid uğrunda canlarını feda ederek
ölümsüzleşenlere (Bakara, 2:154; Âl-i İmran, 3:169, 170) şehit denilmektedir.
Şehit Anlamı
Arapça “ş-h-d” fiil kökünden türetilmiş olan şehîd kelimesi, Türkçe’de “şehit” olarak ifade edilmekte ve sözlükte; bir yerde hazır bulunmak, bilmek, bildirmek, bir olaya
şahit olmak, şahitlik yapmak, doğru bilgi vermek, yemin etmek, onaylamak gibi anlamlara
gelmektedir. Bununla birlikte “ş-h-d” fiilinin ism-i fâili “şâhid”, mübalağalı ism-i fâili veya sıfat-ı
müşebbehesi “şehîd”, mastarı da “şehâdet”tir. Şehîd’in çoğulu ise “şühedâ”dır
Tanıklığı güvenilir olan veya hiçbir şey bilgisinin dışında olmayan anlamlarına gelen “eş-şehîd” kelimesi ise Allah’ın isimlerinden biri olup Kur’ân-ı Kerim’de dokuz yerde bu anlamda geçmektedir(Âl-i İmrân, 3:98, Burûc, 85:9; En’âm, 6:19; Fussilet, 41:53; Hacc, 22:17; Mâide, 5:117; Mücadele, 58:6; Sebe’, 34:47;Yunus, 10:46).
Terim olarak şehit, Allah yolunda öldürülen Müslüman, mümin veya diğer bir ifade ile Allah yolunda canını feda etmekten çekinmeyerek şehitlik mertebesine erişen mümin kişi anlamına gelmektedir.
Nitekim Hz. Peygamber’e kimlerin “Allah yolunda” kabul edilmesi gerektiğinin sorulması üzerine O da:“Kim Allah’ın kelimesinin (kelimetüllah’ın) en yüce olması için savaşıyorsa o, Allah yolundadır” diye cevap vermiştir (Buhârî, 1428/2006: “Cihâd”, 15/2655; Ebû Dâvûd, (ts.): “Cihâd”, 26/2517; Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 143, 145).
Diğer taraftan şehit kavramı ile ilgili hadisler incelendiğinde örneğin; Hz. Peygamber’in
sahabeye yönelik, “Siz kimi şehit sayıyorsunuz?” sorusuna sahâbenin “Allah yolunda
öldürülenler şehittir” diye cevap vermeleri üzerine, Hz. Peygamber, şehit kelimesinin
kapsamının daha geniş olduğunu ifade etmiş ve ardından da:
“Kim Allah yolunda öldürülürse şehittir. Kim Allah yolunda ölürse şehittir. Kim tâûn/vebâ, bulaşıcı hastalık sebebiyle ölürse şehittir. Kim karın hastalığı sebebiyle ölürse şehittir” demiştir (Müslim, 1427/2006: “İmâre”:165; Buhârî, 1428/2006: “Cemâat”, 4/624, 44/ 688).
Dolayısıyla hadis-i şeriflerde şehit kavramının; dinini, canını ve malını korumak için ölenlerden (Buhârî, 1428/2006: “Mezâlim”, 34/2348; Ebû Dâvûd: “Sünnet”, 32/ 4772) tutun da hastalıktan ölenler (Buhârî, 1428/2006: “Cemâat”, 4/624, 44/688; “Cihâd”, 30/2674-2675; “Enbiyâ”, 52/3287; “Tıb”, 29/ 5401; Ebû Dâvûd, ts.: “Cenâiz”, 15/3111) zulme ve haksızlığa karşı koyarken ölenler (Ahmed b. Hanbel, 1982, 2: 205, 652) yıkıntı altında kalarak (Buhârî, 1428/2006: “Cemâat”, 4/624, 44/688; “Cihâd”, 30/ 2674; Ebû Dâvûd, ts.: “Cenâiz”, 15/3111) veya yanarak ölenler (Ebû Dâvûd, ts.: “Cenâiz”, 15/3111)) gibi daha pek çok nedeni de bünyesinde barındıracak genişlikte bir anlam ve içeriğe sahip olduğu görülmektedir.
Bu bağlamda, hadis-i şeriflerde ilk aşamada şehit, Allah adının en yüce olması için savaşan ya da sadece Allah yolunda savaşırken öldürülen kişi olarak tanımlanırken daha sonra gerçekten Allah rızası için şehit olmak isteyen fakat savaş dışında hastalık veya musibet
gibi çeşitli sebeplerle ölen kişiler de bu tanıma dâhil edilmiştir.
Bu durumda Allah’a kuvvetli bir iman ve sadakat üzere öldürülen mümin kişiler şehit
olarak tanımlanmakla birlikte ahiretteki amellerine göre farklı derecelere sahip olabilirler
Sonuç olarak şehit kavramı, esasen Allah yolunda mücadele ederken ve savaşırken
öldürülen mümin kimse anlamına geldiği gibi, bir haksızlığa, zulme ve herhangi bir kaza, bela, yangın, felaket ve hastalığa maruz kalarak ölen veya ilim tahsili yolunda, helâl kazanç uğrunda ölen mümin kişi anlamlarına da gelmektedir.
İslâm Hukukunda Şehitliğin Önemi
Geçmişten günümüze sayısız insan, inançları, Allah’ın rızasını kazanmak, zulmü
engelleyip adaleti sağlamak ve dinin korunması için kendisine bahşedilmiş en kıymetli değer
olan canını feda etmekten çekinmemiş ve çekinmemektedir. Bu durum, kuvvetli bir imanın
alameti olarak kabul edilir ve semavî dinlerde şehitlik kavramı ile karşılık bulur
Bu hususla ilgili Kur’ân-ı Kerim’de; “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve
mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Tevbe, 9:111) buyrulmaktadır.
Bu âyetten şehitliğin, ölümlü olan insanın, yüce değerlerin yaşatılması uğrunda
ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla canını Allah’a satması, diğer bir ifade ile
Allah’ın, esasen inananlara imtihan (Âl-i İmrân, 3:186; Teğabün, 64:15) olarak verdiği can ve
malı cennet karşılığında satın alması şeklinde olduğu anlaşılmaktadır.
Aslında, canın ve malın Allah’a ait (Taberî, 2001, 12: 5-6; Kurtubî, 2006, 10: 379-380) olduğu düşünüldüğünde, inananlar geçici dünya hayatına ve kıymeti olmayan dünya malına karşılık, sonsuz hayatı ve hiç bitmeyen cennet nimetlerini satın alarak çok kârlı bir alışveriş yapmış olurlar. Bu Allah’ın lütuf ve ihsanıdır ki, Yüce Allah bu durumu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade etmiştir: “O hâlde (geçici) dünya hayatını, (ebedî) ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz” (Nisâ, 4:74).
Dolayısıyla bu âyetten, ahireti kazanmayı düşünüp Allah yolunda savaşa giren kimsenin ya zafer kazanacağı ya da şehit olacağı ancak her iki durumda da inananların kazançlı olacağı ve ahirette de mükâfatı hak edeceği anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’in hem kendisinin şehitliği arzu ettiğini hem de Müslümanların şehitliği arzu etmesini tavsiye ettiğini hadis-i şeriflerde görüyoruz. Örneğin bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber, “Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allah yolunda şehit olmak, sonra diriltilmek tekrar şehit olmak yine diriltilip tekrar şehit olmak isterdim” (Buhârî, 1428/2006: İman, 26; Müslim, 1427/2006: İmâre, 103, 107) buyurarak şehitliğin önemini vurgulamıştır.
Bunun yanı sıra şehitliğin önemi ile ilgili Hz. Peygamber; “Şehitliği gönülden arzu eden bir kimse, şehit olmasa bile sevabına nail olur” (Müslim, 1427/2006: İmâre, 156) ve “Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehitlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah ona şehitlik mertebesini ihsan eder” ((Müslim, 1427/2006: İmâre, 157) buyurmuştur.
Yine bir gün Peygamber Efendimiz’in ashabı arasında ayağa kalkarak; (Allah yolunda cihat ve Allah’a iman etmek, amellerin en faziletlisidir) diye hatırlatması üzerine bir adam kalkıp: (Ya Resûlallâh! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?) diye sormuştur. Hz. Peygamber de ona: “Evet, şayet sen sabrederek, ecrini sâdece Allah’tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi” demiştir(Müslim, 1427/2006: İmâre, 117).
Diğer bir rivâyette de: “Şehîdin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allâh mağfiret eder.” buyrulmuştur. (Müslim, İmâre, 119)
Kur’ân-ı Kerim’e Göre Şehitlik
Kur’ân-ı Kerim’de şehitlik ve şehitliğin önemi ile ilgili pek çok âyet-i kerime (Bkz. Âl-i
İmrân 3:169-171; Ahzâb, 33:23; Bakara, 2:154; Nisâ, 4:74; Tevbe, 9:52; Hac, 22:58; Hadid,
57:19; Muhammed, 47:4-6;) yer almaktadır. Örneğin; Âl-i İmrân, 3:157 âyet-i kerimede şöyle
buyrulmaktadır: “Andolsun ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, biliniz ki, Allah’tan gelecek bir bağışlanma ve bir rahmet onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” Bu ayet-i kerimede, Allah yolunda ölme veya öldürülmenin yani şehitlik makamının, yaşamaktan ve insanların bu dünyada elde ettikleri mal, makam, güç ve dünya menfaatlerinden çok daha üstün olduğu bildirilmektedir. Bunun yanı sıra, Allah’ın müminleri bağışlamasının ve onlara merhamet etmesinin, insanların bağlandığı değerlerden ve bütün kazandıkları şeylerden daha yüce olduğu vurgulanmaktadır
Diğer bir âyette ise; “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar
diridirler, fakat siz bilemezsiniz” (Bakara, 2/154) buyrulmaktadır.
Bir başka âyette ise; “O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz” (Nisâ, 4:74) buyurulmaktadır.
Hadis-i Şeriflere Göre Şehitlik
Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetlerinde olduğu gibi pek çok hadis-i şerif de şehitlik için
hukukî temel oluşturmaktadır. Hz. Peygamber’in şehitlerle ilgili sözleri genellikle, hadis
kitaplarında cihâd ve siyer, imâra, fedâilü’l-cihâd ve şehâdât gibi çeşitli başlıklar altında ifade
edilmektedir.
Hz. Peygamber: “Ölüp de Allah katında hayırlı bir mertebeye erişen kullar içinde,
şehitten başka hiç kimse —kendisine içindekilerle birlikte dünya verilecek olsa bile— yeniden dünyaya gelmek istemez. Şehit, şehitliğin ne kadar üstün bir mertebe olduğunu gördüğü için, dünyaya dönüp bir kez daha şehit olmak için can atar” (Buhârî, 1428/2006: “Cihâd”, 6/2795) buyurmaktadır.
Diğer bir hadisinde ise Hz. Peygamber: “Kim samimi olarak Allah’tan şehit
olmayı isterse yatağında ölse bile Allah onu şehitlik mertebesine ulaştırır” (Buhârî, 1428/2006: “Cihâd ve Siyer”, 28; Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 128) buyurmakta ve özellikle niyetin samimi olmasına vurgu yapılmaktadır ki bunda Allah rızasının esas alınması gerekmektedir. Yine Hz.Peygamber, şehitlere verilecek mükâfatı ve onların nail olacakları nimetleri şöyle anlatmaktadır: “Şehitlerin ruhları (âdeta) yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların arşa asılı kandilleri vardır. Onlar cennette istedikleri yerde dolaşır sonra arşa asılı kandillere inerler. Allah onlara şöyle seslenir: 'Herhangi bir şey arzu ediyor musunuz?' Onlar da, 'Cennette dilediğimiz gibi dolaşabilirken başka ne arzu edebiliriz ki?' Yüce Allah onlara bunu üç defa sorar. Onlar Rablerinden bir şey dilemedikçe bırakılmayacaklarını anlayınca şöyle derler: 'Yâ Rab! Ruhlarımızı bedenlerimize geri döndürmeni ve senin yolunda bir defa daha şehit olmayı diliyoruz”(Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 121: 4885; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 25:2520).
Hadis kaynaklarında Allah yolunda öldürülen şehidin duyacağı ölüm acısının çimdiklenen kişinin duyduğu acı kadar olduğu, (Tirmizî, 1981: “Fedâilü’l Cihâd”, 26) cennete ilk girecekler arasında olduğu (Ebu Dâvud, “Cihâd”: 27), cennetteki makamının gösterileceği, kabir azabından korunacağı (Ebu Dâvud, “Cihâd”: 38), ailelerinden ve akrabalarından yetmiş
kişiye şefaat edecekleri (Tirmizî, 1981: “Fedâilü’l Cihâd”, 25, 26) kul borcu hariç diğer
günahlarının bağışlanacağı (Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 117-119) ve meleklerin kanatlarıyla gölgelenmesi (Buhârî, 1428/2006: “Cenâiz”, 3) gibi pek çok ilahi ihsanın olduğu ifade edilmektedir.
İslâm Hukuk Doktrininde Şehitlik
İslâm hukuk doktrininde şehit ve şehitlik kavramları, şehitliğin şartları, çeşitleri, şehitlere
uygulanacak dünyevi ahkâm ayrıntılı bir şekilde belirlenmiştir.
Hanefî hukukçusu Kâsânî (ö. 587/1191), şehidi şu şekilde tanımlamıştır: “Bir kimse,
savaş meydanında veya başka bir yerde düşman (harbî) ile savaşırken ya da canını, malını, ailesini, bir Müslüman’ı veya zimmîyi müdafaa ederken, ister silahla ister başka bir şeyle öldürülürse şehittir” Serahsî ise, meşru bir şekilde savaşan ve canını Allah’ın rızasını kazanmak için feda eden bir kimsenin şehit kabul edileceğini ifade
etmektedir
İslâm hukukçuları, Hz. Peygamber’in şehitlerle ilgili söz, fiil ve uygulamalarını
değerlendiren özellikle bazı Hanefî hukukçular yıkanma ve defin gibi bazı dünyevi hükümleri
dikkate alarak şehitliği “hakiki şehit” ve “hükmi şehit” olmak üzere iki kısma ayırmışlardır.
Buna göre yıkanma, kefenleme, namazını kılma ve defnedilme gibi bazı hükümlerin uygulandığı ya da sadece ahiret hükümleri bakımından şehit sayılan kimselere “hakiki şehit”, bu hükümlerin uygulanmadığı veya dünya ve ahiret hükümleri açısından şehit kabul edilen kimselere de “hükmî şehit” denilmiştir.
Bununla birlikte, şehitleri genellikle hem dünya hem ahiret hükümleri bakımından şehit, sadece dünya hükümleri bakımından şehit ve sadece ahiret hükümleri bakımından şehit olmak üzere üç kısma ayırmışlardır(
Bunlar şu şekilde ifade edilmiştir.
“1. Dünya ve ahiret şehitleri: Dünyada yıkama, kefenleme, namaz ve defin bakımından, ahirette ise o âleme mahsus nimetler ve ödüller bakımından şehit muamelesi görenler. Bunlar; Allah’ın sözü (dini, hükmü) en üstün ve hâkim, inkârcıların sözü de en aşağıda olsun diye savaşan, hiçbir dünya menfaatini amaçlamayan, düşmana arkasını döndüğünde (kaçarken) değil, taarruz ederken, savaşırken ölenlerdir.
2. Dünya şehidi: Meşru olmayan maddi menfaat elde etmek, şöhret ve şan sahibi olmak, gösteriş yapmak gibi dünyalık amaçlar için savaşırken ölenler. Bunlar münafıklardır. Münafık dış görünüşü itibariyle Müslümandır. Fakat kalbiyle gerçekten iman etmemiş olduğu için Allah katında kâfirdir. Bunlar dış halleriyle Müslüman sayıldıklarından tam şehit gibidirler. Yıkanmazlar, kefenlenmezler. Elbise ve kanlarıyla namazları kılınır ve o şekilde gömülürler. Bunlar, Allah katında kâfir oldukları için bunlara ne şehitlik sevabı vardır, ne de cennet
3. Ahiret şehidi: Dünyadaki işlemlerde değil, ahirette şehit muamelesi görecek olanlar. Savaşta olmadan, haksız yere öldürülenler, tedbir aldığı halde salgın hastalıklarda ölenler, deniz kazasında boğularak ölenler, gurbette ölenler, ilim elde etme çabasında iken ölenler, çocuk dünya getirirken ölenler bu kısmın örnekleridir
İslâm hukukuna göre, gerçek niyetlerini sadece Allah’ın bilebildiği ve sadece dünyevi
maksatlarla savaşırken öldürülen kişilere ahirette hiçbir sevap verilmez, ancak hem dünyevi hem de uhrevi maksatlarla savaşırken öldürülen kimseye kâmil şehit kadar olmasa da ahirette belli bir sevap verilir
İslâm hukukçuları, savaş sırasında şehit düşen kişinin namazının kılınıp kılınmaması
hususunda farklı düşünmüşlerdir. İmam Mâlik, (İbn Sahnûn, 1994, 1: 258), İmam Şafiî (Râfiî,
ts., 5: 149-158) ve Ahmed b. Hanbel (İbn Kudâme, ts., 2: 393) şehit olan kişinin hem
yıkanmayacağı hem de üzerinde namaz kılınmayacağı görüşünü paylaşırken İmam Ebû Hanife ise yıkanmayacağı ancak üzerinde namaz kılınacağı görüşündedir (Serahsî, 1414/1993, 2: 49-50).
Bunun yanı sıra Ebû Hanife’ye göre, bir kimsenin cenazesi yıkanmayan şehit olması için, akıl, baliğ ve temiz olması şarttır. Bu nedenle çocuklar, cünüpler, hayız ve nifas durumunda bulunan kadınların şehit olmaları durumunda cenazelerinin yıkanması gerekir (Mevsılî, ts., 1: 97). İslâm hukukçularının bu husustaki görüş farklarının sebebi; bu husustaki rivayetlerin (Detay için bkz. Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, ts.: 15/31, 3138) çeşitli olmasından kaynaklandığı ifade edilmektedir (İbn Rüşd, 1985, 1: 180).
Bunun yanı sıra, Kur’an’a göre şehit diri sayıldığı için, yaşayan kişi üzerine de namaz kılınamayacağı dolayısıyla yüksek makamda olan şehidin dua ve şefaate de ihtiyacı
olmayacağı ayrıca, Uhud şehitlerinin cenaze namazları kılındığına dair rivayetlerin ise zayıf
olduğu ileri sürülmektedir.
Sonuç olarak; gerek Allah yolunda savaşırken olsun gerekse zulmedilerek öldürülen mümin kimseler dünya ve ahiret hükümleri açısından kâmil şehit veya savaş şehidi olarak tanımlanmaktadır. Ahirette çok büyük bir sevaba kavuşacak olan bu tür
şehitler cumhura göre yıkanmaz, kefenlenmez ve onların cenaze namazı kılınmaz (Serahsî,
1414/1993, 2: 49-50; Kurt, 2012: 213).
İslâm hukukuna göre, hadislerde şehit oldukları söylenen ama ölümleri bir insanın
öldürmesi ile değil de bazı hastalıklardan, boğularak, yıkıntı altında kalarak vb. gibi başka
nedenlerle gerçekleşenler normal cenazeler gibi yıkanıp kefenlenirler ve namazları kılınır.
Ancak bazı İslam hukukçularının, savaş şehitlerinin yıkanmamasının gerekçeleri arasında
saydıkları, sayılarının çok olması veya yaralı olmalarından kaynaklanan meşakkati (Bkz. İbn
Rüşd, 1985, 1: 180; İbn Kudâme, ts., 2: 405) ileri sürerek çok sayıda insanın ölümü ile
sonuçlanan tabiî afetler veya salgın hastalıklarda da yıkanmalarında zorluk bulunması
durumunda, aslında hadislerde sayılan şehit kavramının kapsamına dâhil olan bu ölülerin
yıkanmadan defnedilebilecekleri şeklinde bir içtihat geliştirme görüşünün oldukça isabetli olduğunu söyleyebiliriz.
TAM ŞEHİDE NASIL BİR MUAMELE YAPILIR?
1-Tam şehidin cenazesi yıkanmaz.
2-Kanları ve elbiseleriyle cenaze namazı kılınır ve o halde gömülür.
3-Cenaze namazından önce kandan başka cenazede görülen necasetler temizlenir.
4-Kefen sayılmayacak kürk, kalpak, ayakkabı ve silah gibi eşya alınır. Pantolon, entari ve gömlek gibi elbiseler çıkarılmaz. Sünnet miktarı kefen olabilecek kadar elbiseleri bulunmayanlara kefen ilave edilir.(13)
Musab b. Umeyr (ra) Uhud'da şehit düşünce kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırka baş tarafına örtüldü, ayakları da ızhır otu ile kapatıldı.(14)
Uhut şehitleri gibi tam şehitler hakkında Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Onları kanlarıyla gömünüz. Çünkü Allah yolunda yaralanan ve şehit düşenler kıyamet gününde yaraları kanayarak gelirler. Yaraları kan rengindedir, ama kokuları misk gibidir."(15)
HANGİ İNSANLAR AHİRET ŞEHİDİ SAYILIRLAR
EĞLENİRKEN VE GÜNAH İŞLERKEN ÖLDÜRÜLENLER ŞEHİT OLUR MU?
Cevap:
Günahı sebebiyle ölen herkes, şehit olmaz. Mesela, şarap içip çatlayan şehit olmaz. Şarap içerken, zulmen öldürülen kimse şehit olur. Çünkü, şaraptan ölmemiş, başka sebeple ölmüştür. Fakat, şarap günahını da yüklenir.
Şayet bir insan, isyan halinde iken şehadet sebeplerinden bir sebeple ölse, böyle bir adama günah ve isyanının cezasının yanında şehadet ücreti de verilir. Mesela bir insan gasp edilmiş bir atın üzerinde savaşa girse, ölse veya bir toplum isyan içinde eğlenirlerken bina başlarına yıkılsa, (ya da bir teröristin kurşununa hedef olsalar), ölseler bunlara -Müslüman iseler- hem şehitlik ücreti ve hem de günahlarının cezası vardır.
GÜNAHKÂR BİR MİLLETİN ŞEHİTLİK MERTEBESİNE ÇIKMASI
Kaynaklarımızda şöyle bir kural vardır:
"Musibet, cinayetin neticesi; mükâfatın da mukaddimesidir."(24)
Yani Müslümanlara, isyanlarının, yanlışlarının ve günahlarının neticesi olarak musibet gelir. Fakat hemen arkasından Allah'ın rahmeti yetişir. Musibete mükâfat olarak telef olan mallarını sadaka verilmiş gibi sayar, kaybettikleri canlarına da şehadet rütbesini kazandırır.
Mesela birinci dünya savaşında Müslümanlar çok büyük sıkıntı ve acılar çektiler. Tam beş yıl, açlık, susuzluk, fakirlik ve hicrete mecbur kaldılar. Bu bir musibetti. Musibetti ama acaba hangi cinayet ve günahlarımızın neticesi olarak gelmişti ve hangi mükâfatın başlangıcıydı?
Bu sorunun cevabını sahanın otoritesinden dinleyelim:
Cinayetimiz, İslâm'ın üç önemli esası olan namazı, orucu ve zekâtı ihmal etmemizdir.
Allah, günde 24 saatlik ömrümüzden yalnız bir saatini bir çeşit talim olan beş vakit namaz için bizden istedi. Biz tembellik ettik. Allah da bize beş sene 24 saat talim, meşakkat ve hicretle bir çeşit namaz kıldırdı.
Allah her sene bizden çok faydaları olan bir ay oruç istedi. Biz nefsimize acıdık. Allah da bize beş sene oruç tutturdu. Zorunlu açlığa mahkûm etti.
Allah, bize ihsan ve ikram ettiği malın onda veya kırkta birini muhtaçlara zekât olarak vermemizi istedi. Biz cimrilik ettik, vermedik. Allah da bizden birikmiş zekâtların hepsini toptan aldı. Bunlar cinayetlerimizin cezasıydı.
Bu cezalardan sonra Allah'ın Müslümanlara bir de mükâfatı olacaktı. O mükâfat da şu idi:
Fasık, günahkâr bir milletin beşde biri olan dört milyon insanı velayet derecesine çıkardı, hayatta kalanlara gazilik, vefat edenlere de şehitlik unvanını ve mertebesini verdi. Ortak hatadan gelen, ortak musibet geçmişin günahını sildi.(25)
Demek Müslümanın karşılaşmış olduğu musibet, tesadüfen gelmiyor. İsyanımıza karşı bir ceza, günahlarımıza bir keffaret olarak Allah gönderiyor. Allah'tan gelen musibet, malımızı telef etse sadaka ve zekât yapıyor, canlarımızı alsa, onlara da şehitlik rütbesini kazandırıyor.
ŞEHİTLERİN ÖZELLİKLERİ
Mikdam b. Ma'd-i Kerib anlatıyor: Peygamberimiz (sav) buyurmuşlar ki: "Şehitler için altı haslet vardır:
Şu Allah'ın lütfuna bakın ki, kendi rızası için kurban edilen hayvana ahirette cismanî ve ebedî bir vücut veriyor, sırat köprüsünde sahibine burak olma gibi bir bineklik vazifesi vermekle onu mükâfatlandırıyor. Kendi yolunda kurban edilen bir hayvana bu derece ve mertebeyi veren Allah, kendi yolunda canını veren şehit kuluna ne mükâfatlar vereceğini tahmin ve tasavvur etmek hiç de zor değil.
Allah hepimizi kendi yolunda olanlardan ve ölenlerden eylesin.
TÜRK HUKUKUNDA ŞEHİTLİK
Türkiye'de şehit kavramı zamanla dinî anlamından sıyrılıp vatanını veya milletini müdafaa yolunda ölen herkes için kullanılır hale gelmiştir. Türkiye'de şehit olarak nitelendirilen kimseler şu kategoriler altında toplanabilir:
Profesyonel veya vatanî görevini yapmakta olan askerlerden görev başında herhangi bir şekilde yaşamını yitirenler, Herhangi bir terörist saldırı sonucu yaşamını yitiren eğitim, sağlık, güvenlik vb. görevliler, Görev başında yaşamını yitiren polis, itfaiyeci vb. diğer görevliler. Bu kimseler, inançlarına bakılmaksızın, Türkçe medyada yaygın şekilde "şehit" olarak nitelendirilirler Bunların bir kısmının şehadeti, bağlı oldukları kurumların tüzükleri ve yasalarla da sabittir ve geride kalan yakınları devletten tazminat veya maddi yardım almaya hak kazanabilirler.
Bunun haricinde bazen dinî, siyasî ve ideolojik görüşleri veya eylemleri nedeniyle öldürülmüş kimseler de yakınları, dava arkadaşları, meslek arkadaşları veya taraftarları tarafından "şehit" olarak nitelendirilirler: Basın şehitleri, devrim şehitleri, Terör şehitleri
Kamuoyunda ‘’şehit sayıldı’’ya da ‘’ şehit sayılmadı ‘’ gibi ifadeler 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile ilişkilendirilmektedir. Oysa 3713 Sayılı Kanun’da şehitliğin tanımı yapılmamakta sadece vazife malulü sayılma ya da sayılmama ifadesi yer almaktadır.
3713 Sayılı Kanun’a göre; kamu görevlilerinden yurt içinde veya yurt dışında görevlerini ifa ederken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemine muhatap olmaları sonucu yaralanmaları sonucu malul duruma girmeleri ya da ölmeleri halinde malul duruma girenlerin kendilerine, ölenlerin dul ve yetimlerine görevdeki emsalinin aldığı aylık miktarının vazife malullüğü aylığı olarak ödenecektir. İfadesi yer almaktadır.
Görüldüğü gibi Kanun’da şehitliğin tanımı yapılmamaktadır.
5434 Sayılı T.C Emekli Sandığı Kanunu’nun ile 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 2330 Sayılı Nakdi Tazminat Ödenmesi ve Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun ve 3713 Sayılı Kanunların hükümleri dikkate alınmak üzere ilgililerin görevlerinin özellikleri maluliyetlerine neden olan olayın niteliği, olaya sebep olan unsurlar dikkate alınarak,5434 Sayılı Kanun’un 45. Maddesi,64. Maddesi ( 5510 Sayılı Kanunun 47. Maddesinin birinci fıkrasına göre vazife malullüğü ve aynı maddenin sekizinci fıkrasına göre harp malullüğü) 2330 Sayılı Kanun’a göre vazife malullüğü ve 3713 Sayılı kanun’a göre vazife malullüğü hükümleri uygulanmak sureti ile işlemler gerçekleşmektedir.
Bununla birlikte; Milli Savunma Bakanlığı’nca hazırlanan Şehitlik Yönergesi (MSY 439-1) , şehitliğe kimlerin gömüleceğinin belirlenmesi, şehitlik yerlerinin tespiti ve tesciliyle bakım ve onarım işlemlerinin yürütülmesi esas ve usullerinin tespiti amacıyla çıkarılan ve idarenin bu husustaki iç işleri ile ilgili bir düzenlemedir.
Gerek Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olsun ve gerekse Emniyet teşkilatı mensubu olsun MSY 439-1Yönergesi esaslarına göre şehitliklere defnedilenlerin anne, baba ve eşine onurlandırmak maksadıyla verilen ‘’Şehadet Belgesi’’’nin mali, sosyal ve hukuki hakların elde edilmesinde bir etkisi bulunmamaktadır.
ŞEHİTLİKLERE KİMLER DEFNEDİLİR
Şehitlik yerlerinin tespiti, yönetimi, inşası, bakımı, onarımı ve koruma işlemleri ile şehitliklere kimlerin defnedileceğine ilişkin esasları düzenleyen "Şehitlik Yönetmeliği" Milli Savunma Bakanlığının yazısı ile Bakanlar Kurulunca 3 Ekim 2016 tarihinde kararlaştırılan ve 12/11/2016, No: 29886 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı.
Yönetmelikle, şehitlik yerlerinin tespiti, tescili, tahsisi, yönetimi, inşası, bakımı, onarımı, koruma işlemleri ve şehitliklere kimlerin defnedileceğine ilişkin usul ve esaslar düzenleniyor.
Yönetmeliğe göre Şehitliklere defnedilecek kişiler
MADDE 3- (1) Aşağıdaki kişiler şehitliklere defnedilir.
a) Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanlıklarında görev yapan subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli astsubay, uzman erbaş ile sözleşmeli erbaş ve erler, Jandarma Genel Komutanlığında Jandarma Hizmetleri Sınıfında ve Sahil Güvenlik Komutanlığında Sahil Güvenlik Hizmetleri Sınıfında bulunan kamu personeli ile sözleşmeli subay ve astsubaylar, uzman erbaşlar ve sözleşmeli erbaş ve erler, Emniyet Teşkilatında Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan kamu personeli, Millî İstihbarat Teşkilatı mensupları ile askerlik yükümlülüğünü yerine getiren yedek subay, erbaş ve erlerden;
1) 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun mülga
45 inci ve 64 üncü maddeleri veya 56 ncı maddesi ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 47 nci maddesinde sayılan durumlarda,
6758
2) 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında
Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde
sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan
durumlarda,
3) 23/4/1981 tarihli ve 2453 sayılı Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat
Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı
maddede sayılan durumlarda,
4) 18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi
ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,
5) 28/2/1982 tarihli ve 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam
Hizmetleri Tazminat Kanununun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı Kanunun 13 üncü
maddesinde sayılan durumlarda,
6) 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu kapsamında
görevlendirilenlerden, aynı Kanunun 28 inci maddesinde sayılan durumlarda,
7) 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat
Teşkilatı Kanununun 17 nci maddesinde sayılan durumlarda,
8) 28/2/1985 tarihli ve 3160 sayılı Emniyet Teşkilâtı Uçuş ve Dalış Hizmetleri Tazminat
Kanununun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı Kanunun 10 uncu maddesinde sayılan
durumlarda,
9) 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında
Kanunun 1 inci maddesinde sayılan birliklerde görev yapanlardan, aynı Kanunun
3 üncü maddesinde sayılan durumlarda,
10) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 21 inci maddesinin
birinci fıkrasının birinci cümlesi ile aynı fıkranın (h) bendinde sayılanlardan, aynı maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan durumlarda,
11) 24/2/2000 tarihli ve 4536 sayılı Denizlerde ve Yurt Yüzeyinde Görülen Patlayıcı
Madde ve Şüpheli Cisimlere Uygulanacak Esaslara İlişkin Kanunun 12 nci maddesinde
sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,
hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
b) Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarında görev
yapan ve (a) bendi kapsamında yer almayan kamu personelinden;
1) 5434 sayılı Kanunun mülga 64 üncü maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 47 nci
maddesinin sekizinci fıkrasında sayılan durumlarda,
2) 2330 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g) ve
(h) bentlerinde sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan durumlarda,
3) 2453 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan
durumlarda,
4) 2566 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan
durumlarda,
5) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilenlerden, aynı Kanunun 28 inci
maddesinde sayılan durumlarda,
6) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde
sayılanlardan, aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan
durumlarda,
7) 4536 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde sayılan kişilerden, aynı maddede sayılan
durumlarda,
hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
c) Geçici ve gönüllü köy korucularından;
1) 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanununun 74 üncü maddesinin dördüncü
fıkrasında sayılan durumlarda,
2) 2330 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerinde
sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan
durumlarda,
3) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilenlerden, yetkili makamlarca
görevlendirildikleri resmen belgelenmek şartıyla, aynı Kanunun 28 inci maddesinde sayılan
durumlarda,
4) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde sayılanlardan,
aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan durumlarda,
5) 4536 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde sayılan kişilerden aynı maddede sayılan
durumlarda,
hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
ç) (a), (b) ve (c) bentleri dışında kalanlardan;
1) 2330 sayılı 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerinde sayılanlardan, aynı
bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan durumlarda,
2) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilen veya çalışma yükümlülüğüne tabi
tutulanlardan, yetkili makamlarca görevlendirildikleri veya çalışma yükümlülüğüne tabi
tutuldukları resmen belgelenmek şartıyla, aynı Kanunun 28 inci maddesinde sayılan durumlarda,
3) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendinde sayılanlardan,
aynı bentte sayılan durumlarda,
4) 4536 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde sayılan kişilerden, yetkili makamlarca
görevlendirildikleri resmen belgelenmek şartıyla, aynı maddede sayılan durumlarda,
5) Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumuna ait fabrika, işletme, müessese veya bağlı
ortaklıklarda görevli olanlardan, 3713 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının (ç) bendinde sayılan durumlarda, hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
d) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde sayılanlardan,
aynı bentte sayılan durumlarda hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
e) (a), (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinde sayılan durumlarda yaralananlardan daha sonra bu
yaralanmanın sebep ve tesiri ile hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
(2) Aşağıdaki kişiler şehitliklere defnedilmez.
a) Kasıt, disiplinsizlik veya suç teşkil ettiği değerlendirilen eylemleri sonucu hayatını
kaybedenler.
b) Bünyesel rahatsızlık veya hastalık, intihar veya intihara teşebbüs, uyuşturucu,
bağımlılık yapıcı veya keyif verici madde kullanımı, kendisini askerliğe veya göreve elverişsiz
hale getirme sebebiyle meydana geldiği değerlendirilen kaza ve olaylar sonucu hayatını
kaybedenler.
c) Kanuni izinler, hava değişimi veya bunlara gidiş ve dönüşler esnasında hayatını
kaybedenler ile bakaya, firar, izin tecavüzü ve hava değişimi tecavüzünde iken hayatını
kaybedenler
Kaynak :
1 - Ayten Erol - İslam Hukukunda Şehitlik
2 - Cevaplar.org
3 - Vikipedi
4 - Şehitlik Yönetmeliği
şahit olmak, şahitlik yapmak, doğru bilgi vermek, yemin etmek, onaylamak gibi anlamlara
gelmektedir. Bununla birlikte “ş-h-d” fiilinin ism-i fâili “şâhid”, mübalağalı ism-i fâili veya sıfat-ı
müşebbehesi “şehîd”, mastarı da “şehâdet”tir. Şehîd’in çoğulu ise “şühedâ”dır
Tanıklığı güvenilir olan veya hiçbir şey bilgisinin dışında olmayan anlamlarına gelen “eş-şehîd” kelimesi ise Allah’ın isimlerinden biri olup Kur’ân-ı Kerim’de dokuz yerde bu anlamda geçmektedir(Âl-i İmrân, 3:98, Burûc, 85:9; En’âm, 6:19; Fussilet, 41:53; Hacc, 22:17; Mâide, 5:117; Mücadele, 58:6; Sebe’, 34:47;Yunus, 10:46).
Terim olarak şehit, Allah yolunda öldürülen Müslüman, mümin veya diğer bir ifade ile Allah yolunda canını feda etmekten çekinmeyerek şehitlik mertebesine erişen mümin kişi anlamına gelmektedir.
Nitekim Hz. Peygamber’e kimlerin “Allah yolunda” kabul edilmesi gerektiğinin sorulması üzerine O da:“Kim Allah’ın kelimesinin (kelimetüllah’ın) en yüce olması için savaşıyorsa o, Allah yolundadır” diye cevap vermiştir (Buhârî, 1428/2006: “Cihâd”, 15/2655; Ebû Dâvûd, (ts.): “Cihâd”, 26/2517; Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 143, 145).
Diğer taraftan şehit kavramı ile ilgili hadisler incelendiğinde örneğin; Hz. Peygamber’in
sahabeye yönelik, “Siz kimi şehit sayıyorsunuz?” sorusuna sahâbenin “Allah yolunda
öldürülenler şehittir” diye cevap vermeleri üzerine, Hz. Peygamber, şehit kelimesinin
kapsamının daha geniş olduğunu ifade etmiş ve ardından da:
“Kim Allah yolunda öldürülürse şehittir. Kim Allah yolunda ölürse şehittir. Kim tâûn/vebâ, bulaşıcı hastalık sebebiyle ölürse şehittir. Kim karın hastalığı sebebiyle ölürse şehittir” demiştir (Müslim, 1427/2006: “İmâre”:165; Buhârî, 1428/2006: “Cemâat”, 4/624, 44/ 688).
Dolayısıyla hadis-i şeriflerde şehit kavramının; dinini, canını ve malını korumak için ölenlerden (Buhârî, 1428/2006: “Mezâlim”, 34/2348; Ebû Dâvûd: “Sünnet”, 32/ 4772) tutun da hastalıktan ölenler (Buhârî, 1428/2006: “Cemâat”, 4/624, 44/688; “Cihâd”, 30/2674-2675; “Enbiyâ”, 52/3287; “Tıb”, 29/ 5401; Ebû Dâvûd, ts.: “Cenâiz”, 15/3111) zulme ve haksızlığa karşı koyarken ölenler (Ahmed b. Hanbel, 1982, 2: 205, 652) yıkıntı altında kalarak (Buhârî, 1428/2006: “Cemâat”, 4/624, 44/688; “Cihâd”, 30/ 2674; Ebû Dâvûd, ts.: “Cenâiz”, 15/3111) veya yanarak ölenler (Ebû Dâvûd, ts.: “Cenâiz”, 15/3111)) gibi daha pek çok nedeni de bünyesinde barındıracak genişlikte bir anlam ve içeriğe sahip olduğu görülmektedir.
Bu bağlamda, hadis-i şeriflerde ilk aşamada şehit, Allah adının en yüce olması için savaşan ya da sadece Allah yolunda savaşırken öldürülen kişi olarak tanımlanırken daha sonra gerçekten Allah rızası için şehit olmak isteyen fakat savaş dışında hastalık veya musibet
gibi çeşitli sebeplerle ölen kişiler de bu tanıma dâhil edilmiştir.
Bu durumda Allah’a kuvvetli bir iman ve sadakat üzere öldürülen mümin kişiler şehit
olarak tanımlanmakla birlikte ahiretteki amellerine göre farklı derecelere sahip olabilirler
Sonuç olarak şehit kavramı, esasen Allah yolunda mücadele ederken ve savaşırken
öldürülen mümin kimse anlamına geldiği gibi, bir haksızlığa, zulme ve herhangi bir kaza, bela, yangın, felaket ve hastalığa maruz kalarak ölen veya ilim tahsili yolunda, helâl kazanç uğrunda ölen mümin kişi anlamlarına da gelmektedir.
İslâm Hukukunda Şehitliğin Önemi
Geçmişten günümüze sayısız insan, inançları, Allah’ın rızasını kazanmak, zulmü
engelleyip adaleti sağlamak ve dinin korunması için kendisine bahşedilmiş en kıymetli değer
olan canını feda etmekten çekinmemiş ve çekinmemektedir. Bu durum, kuvvetli bir imanın
alameti olarak kabul edilir ve semavî dinlerde şehitlik kavramı ile karşılık bulur
Bu hususla ilgili Kur’ân-ı Kerim’de; “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve
mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Tevbe, 9:111) buyrulmaktadır.
Bu âyetten şehitliğin, ölümlü olan insanın, yüce değerlerin yaşatılması uğrunda
ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla canını Allah’a satması, diğer bir ifade ile
Allah’ın, esasen inananlara imtihan (Âl-i İmrân, 3:186; Teğabün, 64:15) olarak verdiği can ve
malı cennet karşılığında satın alması şeklinde olduğu anlaşılmaktadır.
Aslında, canın ve malın Allah’a ait (Taberî, 2001, 12: 5-6; Kurtubî, 2006, 10: 379-380) olduğu düşünüldüğünde, inananlar geçici dünya hayatına ve kıymeti olmayan dünya malına karşılık, sonsuz hayatı ve hiç bitmeyen cennet nimetlerini satın alarak çok kârlı bir alışveriş yapmış olurlar. Bu Allah’ın lütuf ve ihsanıdır ki, Yüce Allah bu durumu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade etmiştir: “O hâlde (geçici) dünya hayatını, (ebedî) ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz” (Nisâ, 4:74).
Dolayısıyla bu âyetten, ahireti kazanmayı düşünüp Allah yolunda savaşa giren kimsenin ya zafer kazanacağı ya da şehit olacağı ancak her iki durumda da inananların kazançlı olacağı ve ahirette de mükâfatı hak edeceği anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’in hem kendisinin şehitliği arzu ettiğini hem de Müslümanların şehitliği arzu etmesini tavsiye ettiğini hadis-i şeriflerde görüyoruz. Örneğin bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber, “Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allah yolunda şehit olmak, sonra diriltilmek tekrar şehit olmak yine diriltilip tekrar şehit olmak isterdim” (Buhârî, 1428/2006: İman, 26; Müslim, 1427/2006: İmâre, 103, 107) buyurarak şehitliğin önemini vurgulamıştır.
Bunun yanı sıra şehitliğin önemi ile ilgili Hz. Peygamber; “Şehitliği gönülden arzu eden bir kimse, şehit olmasa bile sevabına nail olur” (Müslim, 1427/2006: İmâre, 156) ve “Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehitlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah ona şehitlik mertebesini ihsan eder” ((Müslim, 1427/2006: İmâre, 157) buyurmuştur.
Yine bir gün Peygamber Efendimiz’in ashabı arasında ayağa kalkarak; (Allah yolunda cihat ve Allah’a iman etmek, amellerin en faziletlisidir) diye hatırlatması üzerine bir adam kalkıp: (Ya Resûlallâh! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?) diye sormuştur. Hz. Peygamber de ona: “Evet, şayet sen sabrederek, ecrini sâdece Allah’tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi” demiştir(Müslim, 1427/2006: İmâre, 117).
Diğer bir rivâyette de: “Şehîdin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allâh mağfiret eder.” buyrulmuştur. (Müslim, İmâre, 119)
Kur’ân-ı Kerim’e Göre Şehitlik
Kur’ân-ı Kerim’de şehitlik ve şehitliğin önemi ile ilgili pek çok âyet-i kerime (Bkz. Âl-i
İmrân 3:169-171; Ahzâb, 33:23; Bakara, 2:154; Nisâ, 4:74; Tevbe, 9:52; Hac, 22:58; Hadid,
57:19; Muhammed, 47:4-6;) yer almaktadır. Örneğin; Âl-i İmrân, 3:157 âyet-i kerimede şöyle
buyrulmaktadır: “Andolsun ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, biliniz ki, Allah’tan gelecek bir bağışlanma ve bir rahmet onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” Bu ayet-i kerimede, Allah yolunda ölme veya öldürülmenin yani şehitlik makamının, yaşamaktan ve insanların bu dünyada elde ettikleri mal, makam, güç ve dünya menfaatlerinden çok daha üstün olduğu bildirilmektedir. Bunun yanı sıra, Allah’ın müminleri bağışlamasının ve onlara merhamet etmesinin, insanların bağlandığı değerlerden ve bütün kazandıkları şeylerden daha yüce olduğu vurgulanmaktadır
Diğer bir âyette ise; “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar
diridirler, fakat siz bilemezsiniz” (Bakara, 2/154) buyrulmaktadır.
Bir başka âyette ise; “O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz” (Nisâ, 4:74) buyurulmaktadır.
Hadis-i Şeriflere Göre Şehitlik
Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetlerinde olduğu gibi pek çok hadis-i şerif de şehitlik için
hukukî temel oluşturmaktadır. Hz. Peygamber’in şehitlerle ilgili sözleri genellikle, hadis
kitaplarında cihâd ve siyer, imâra, fedâilü’l-cihâd ve şehâdât gibi çeşitli başlıklar altında ifade
edilmektedir.
Hz. Peygamber: “Ölüp de Allah katında hayırlı bir mertebeye erişen kullar içinde,
şehitten başka hiç kimse —kendisine içindekilerle birlikte dünya verilecek olsa bile— yeniden dünyaya gelmek istemez. Şehit, şehitliğin ne kadar üstün bir mertebe olduğunu gördüğü için, dünyaya dönüp bir kez daha şehit olmak için can atar” (Buhârî, 1428/2006: “Cihâd”, 6/2795) buyurmaktadır.
Diğer bir hadisinde ise Hz. Peygamber: “Kim samimi olarak Allah’tan şehit
olmayı isterse yatağında ölse bile Allah onu şehitlik mertebesine ulaştırır” (Buhârî, 1428/2006: “Cihâd ve Siyer”, 28; Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 128) buyurmakta ve özellikle niyetin samimi olmasına vurgu yapılmaktadır ki bunda Allah rızasının esas alınması gerekmektedir. Yine Hz.Peygamber, şehitlere verilecek mükâfatı ve onların nail olacakları nimetleri şöyle anlatmaktadır: “Şehitlerin ruhları (âdeta) yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların arşa asılı kandilleri vardır. Onlar cennette istedikleri yerde dolaşır sonra arşa asılı kandillere inerler. Allah onlara şöyle seslenir: 'Herhangi bir şey arzu ediyor musunuz?' Onlar da, 'Cennette dilediğimiz gibi dolaşabilirken başka ne arzu edebiliriz ki?' Yüce Allah onlara bunu üç defa sorar. Onlar Rablerinden bir şey dilemedikçe bırakılmayacaklarını anlayınca şöyle derler: 'Yâ Rab! Ruhlarımızı bedenlerimize geri döndürmeni ve senin yolunda bir defa daha şehit olmayı diliyoruz”(Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 121: 4885; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 25:2520).
Hadis kaynaklarında Allah yolunda öldürülen şehidin duyacağı ölüm acısının çimdiklenen kişinin duyduğu acı kadar olduğu, (Tirmizî, 1981: “Fedâilü’l Cihâd”, 26) cennete ilk girecekler arasında olduğu (Ebu Dâvud, “Cihâd”: 27), cennetteki makamının gösterileceği, kabir azabından korunacağı (Ebu Dâvud, “Cihâd”: 38), ailelerinden ve akrabalarından yetmiş
kişiye şefaat edecekleri (Tirmizî, 1981: “Fedâilü’l Cihâd”, 25, 26) kul borcu hariç diğer
günahlarının bağışlanacağı (Müslim, 1427/2006: “İmâre”, 117-119) ve meleklerin kanatlarıyla gölgelenmesi (Buhârî, 1428/2006: “Cenâiz”, 3) gibi pek çok ilahi ihsanın olduğu ifade edilmektedir.
İslâm Hukuk Doktrininde Şehitlik
İslâm hukuk doktrininde şehit ve şehitlik kavramları, şehitliğin şartları, çeşitleri, şehitlere
uygulanacak dünyevi ahkâm ayrıntılı bir şekilde belirlenmiştir.
Hanefî hukukçusu Kâsânî (ö. 587/1191), şehidi şu şekilde tanımlamıştır: “Bir kimse,
savaş meydanında veya başka bir yerde düşman (harbî) ile savaşırken ya da canını, malını, ailesini, bir Müslüman’ı veya zimmîyi müdafaa ederken, ister silahla ister başka bir şeyle öldürülürse şehittir” Serahsî ise, meşru bir şekilde savaşan ve canını Allah’ın rızasını kazanmak için feda eden bir kimsenin şehit kabul edileceğini ifade
etmektedir
İslâm hukukçuları, Hz. Peygamber’in şehitlerle ilgili söz, fiil ve uygulamalarını
değerlendiren özellikle bazı Hanefî hukukçular yıkanma ve defin gibi bazı dünyevi hükümleri
dikkate alarak şehitliği “hakiki şehit” ve “hükmi şehit” olmak üzere iki kısma ayırmışlardır.
Buna göre yıkanma, kefenleme, namazını kılma ve defnedilme gibi bazı hükümlerin uygulandığı ya da sadece ahiret hükümleri bakımından şehit sayılan kimselere “hakiki şehit”, bu hükümlerin uygulanmadığı veya dünya ve ahiret hükümleri açısından şehit kabul edilen kimselere de “hükmî şehit” denilmiştir.
Bununla birlikte, şehitleri genellikle hem dünya hem ahiret hükümleri bakımından şehit, sadece dünya hükümleri bakımından şehit ve sadece ahiret hükümleri bakımından şehit olmak üzere üç kısma ayırmışlardır(
Bunlar şu şekilde ifade edilmiştir.
“1. Dünya ve ahiret şehitleri: Dünyada yıkama, kefenleme, namaz ve defin bakımından, ahirette ise o âleme mahsus nimetler ve ödüller bakımından şehit muamelesi görenler. Bunlar; Allah’ın sözü (dini, hükmü) en üstün ve hâkim, inkârcıların sözü de en aşağıda olsun diye savaşan, hiçbir dünya menfaatini amaçlamayan, düşmana arkasını döndüğünde (kaçarken) değil, taarruz ederken, savaşırken ölenlerdir.
2. Dünya şehidi: Meşru olmayan maddi menfaat elde etmek, şöhret ve şan sahibi olmak, gösteriş yapmak gibi dünyalık amaçlar için savaşırken ölenler. Bunlar münafıklardır. Münafık dış görünüşü itibariyle Müslümandır. Fakat kalbiyle gerçekten iman etmemiş olduğu için Allah katında kâfirdir. Bunlar dış halleriyle Müslüman sayıldıklarından tam şehit gibidirler. Yıkanmazlar, kefenlenmezler. Elbise ve kanlarıyla namazları kılınır ve o şekilde gömülürler. Bunlar, Allah katında kâfir oldukları için bunlara ne şehitlik sevabı vardır, ne de cennet
3. Ahiret şehidi: Dünyadaki işlemlerde değil, ahirette şehit muamelesi görecek olanlar. Savaşta olmadan, haksız yere öldürülenler, tedbir aldığı halde salgın hastalıklarda ölenler, deniz kazasında boğularak ölenler, gurbette ölenler, ilim elde etme çabasında iken ölenler, çocuk dünya getirirken ölenler bu kısmın örnekleridir
İslâm hukukuna göre, gerçek niyetlerini sadece Allah’ın bilebildiği ve sadece dünyevi
maksatlarla savaşırken öldürülen kişilere ahirette hiçbir sevap verilmez, ancak hem dünyevi hem de uhrevi maksatlarla savaşırken öldürülen kimseye kâmil şehit kadar olmasa da ahirette belli bir sevap verilir
İslâm hukukçuları, savaş sırasında şehit düşen kişinin namazının kılınıp kılınmaması
hususunda farklı düşünmüşlerdir. İmam Mâlik, (İbn Sahnûn, 1994, 1: 258), İmam Şafiî (Râfiî,
ts., 5: 149-158) ve Ahmed b. Hanbel (İbn Kudâme, ts., 2: 393) şehit olan kişinin hem
yıkanmayacağı hem de üzerinde namaz kılınmayacağı görüşünü paylaşırken İmam Ebû Hanife ise yıkanmayacağı ancak üzerinde namaz kılınacağı görüşündedir (Serahsî, 1414/1993, 2: 49-50).
Bunun yanı sıra Ebû Hanife’ye göre, bir kimsenin cenazesi yıkanmayan şehit olması için, akıl, baliğ ve temiz olması şarttır. Bu nedenle çocuklar, cünüpler, hayız ve nifas durumunda bulunan kadınların şehit olmaları durumunda cenazelerinin yıkanması gerekir (Mevsılî, ts., 1: 97). İslâm hukukçularının bu husustaki görüş farklarının sebebi; bu husustaki rivayetlerin (Detay için bkz. Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, ts.: 15/31, 3138) çeşitli olmasından kaynaklandığı ifade edilmektedir (İbn Rüşd, 1985, 1: 180).
Bunun yanı sıra, Kur’an’a göre şehit diri sayıldığı için, yaşayan kişi üzerine de namaz kılınamayacağı dolayısıyla yüksek makamda olan şehidin dua ve şefaate de ihtiyacı
olmayacağı ayrıca, Uhud şehitlerinin cenaze namazları kılındığına dair rivayetlerin ise zayıf
olduğu ileri sürülmektedir.
Sonuç olarak; gerek Allah yolunda savaşırken olsun gerekse zulmedilerek öldürülen mümin kimseler dünya ve ahiret hükümleri açısından kâmil şehit veya savaş şehidi olarak tanımlanmaktadır. Ahirette çok büyük bir sevaba kavuşacak olan bu tür
şehitler cumhura göre yıkanmaz, kefenlenmez ve onların cenaze namazı kılınmaz (Serahsî,
1414/1993, 2: 49-50; Kurt, 2012: 213).
İslâm hukukuna göre, hadislerde şehit oldukları söylenen ama ölümleri bir insanın
öldürmesi ile değil de bazı hastalıklardan, boğularak, yıkıntı altında kalarak vb. gibi başka
nedenlerle gerçekleşenler normal cenazeler gibi yıkanıp kefenlenirler ve namazları kılınır.
Ancak bazı İslam hukukçularının, savaş şehitlerinin yıkanmamasının gerekçeleri arasında
saydıkları, sayılarının çok olması veya yaralı olmalarından kaynaklanan meşakkati (Bkz. İbn
Rüşd, 1985, 1: 180; İbn Kudâme, ts., 2: 405) ileri sürerek çok sayıda insanın ölümü ile
sonuçlanan tabiî afetler veya salgın hastalıklarda da yıkanmalarında zorluk bulunması
durumunda, aslında hadislerde sayılan şehit kavramının kapsamına dâhil olan bu ölülerin
yıkanmadan defnedilebilecekleri şeklinde bir içtihat geliştirme görüşünün oldukça isabetli olduğunu söyleyebiliriz.
TAM ŞEHİDE NASIL BİR MUAMELE YAPILIR?
1-Tam şehidin cenazesi yıkanmaz.
2-Kanları ve elbiseleriyle cenaze namazı kılınır ve o halde gömülür.
3-Cenaze namazından önce kandan başka cenazede görülen necasetler temizlenir.
4-Kefen sayılmayacak kürk, kalpak, ayakkabı ve silah gibi eşya alınır. Pantolon, entari ve gömlek gibi elbiseler çıkarılmaz. Sünnet miktarı kefen olabilecek kadar elbiseleri bulunmayanlara kefen ilave edilir.(13)
Musab b. Umeyr (ra) Uhud'da şehit düşünce kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırka baş tarafına örtüldü, ayakları da ızhır otu ile kapatıldı.(14)
Uhut şehitleri gibi tam şehitler hakkında Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Onları kanlarıyla gömünüz. Çünkü Allah yolunda yaralanan ve şehit düşenler kıyamet gününde yaraları kanayarak gelirler. Yaraları kan rengindedir, ama kokuları misk gibidir."(15)
HANGİ İNSANLAR AHİRET ŞEHİDİ SAYILIRLAR
- Doğum sebebiyle ölen kadın, Zinadan çocuk doğururken ölen kadın da şehit olur. Fakat kadın, çocuğunu düşürmeye çalışırken ölürse şehit olmaz
- Bekâretini muhafaza ederek ölen genç kız,
- Veremden, sar'adan, sıtmadan, kanserden vb. ölen,
- Suda boğularak,
- Ateşte yanarak,
- Enkaz altında kalarak ölen,
- Baş ağrısından ölen,
- Karın ağrısından ve hastalığından ölen,
- İş kazasında ölen,
- Gurbet elde ölen,
- Akrep, yılan sokması gibi sebeplerden ölen,(16)
- İlim - bilim yolunda ölen,
- Yırtıcı hayvan tarafından parçalanarak ölen,
- Allah rızası düşüncesiyle müezzinlik yaparken ölen,
- Emin ve dürüst bir tüccar ölürse şehidler mertebesine yükseltilir.
- Kıskançlığını yenen sabırlı kadına şehid sevabı veilir.
- Her gün 25 kere: "Allahım beni ölümde ve ölüm sonrasında hayırlı kıl." Duasını okuyan yatağında da ölse şehid sevabına nail olur.
- Her ayda üç gün oruç tutarsa,
- Kuşluk namazını kılana,
- Yolculukta bile vitir namazını terk etmeyene,
- Ümmetin bozulduğu bir devirde Rasulullah (sav)'in sünnetine ve ahlakına sarılana, bağlı kalana,
- Ölüm hastalığında kırk kere: "Lailehe illa ente sübhaneke innî küntü minezzalimîn" duasını okuyana şehid sevabı verilir. Şifa bulursa günahları bağışlanır.(17)
- Her gece Yasîn suresini okuyanlara
- Hayvanından düşüp ölen sar'a hastasına,
- Abdestli iken yatıp ölenlere,
- İnsanlara iyi muamele yapan, güzel ahlak sahibi insanlar ölürse şehid olurlar.
- Hz. Peygambere 100 kere salat ve selam okuyup vefat edenler şehid sevabı verilir.
- Samimiyetle Allah yolunda öldürülmek isteyip de normal olarak ölene şehit sevabı verilir.
- Cuma günü(18) veya Cuma gecesi(19) ölenlere şehit sevabı verilir.
EĞLENİRKEN VE GÜNAH İŞLERKEN ÖLDÜRÜLENLER ŞEHİT OLUR MU?
Cevap:
Günahı sebebiyle ölen herkes, şehit olmaz. Mesela, şarap içip çatlayan şehit olmaz. Şarap içerken, zulmen öldürülen kimse şehit olur. Çünkü, şaraptan ölmemiş, başka sebeple ölmüştür. Fakat, şarap günahını da yüklenir.
Şayet bir insan, isyan halinde iken şehadet sebeplerinden bir sebeple ölse, böyle bir adama günah ve isyanının cezasının yanında şehadet ücreti de verilir. Mesela bir insan gasp edilmiş bir atın üzerinde savaşa girse, ölse veya bir toplum isyan içinde eğlenirlerken bina başlarına yıkılsa, (ya da bir teröristin kurşununa hedef olsalar), ölseler bunlara -Müslüman iseler- hem şehitlik ücreti ve hem de günahlarının cezası vardır.
GÜNAHKÂR BİR MİLLETİN ŞEHİTLİK MERTEBESİNE ÇIKMASI
Kaynaklarımızda şöyle bir kural vardır:
"Musibet, cinayetin neticesi; mükâfatın da mukaddimesidir."(24)
Yani Müslümanlara, isyanlarının, yanlışlarının ve günahlarının neticesi olarak musibet gelir. Fakat hemen arkasından Allah'ın rahmeti yetişir. Musibete mükâfat olarak telef olan mallarını sadaka verilmiş gibi sayar, kaybettikleri canlarına da şehadet rütbesini kazandırır.
Mesela birinci dünya savaşında Müslümanlar çok büyük sıkıntı ve acılar çektiler. Tam beş yıl, açlık, susuzluk, fakirlik ve hicrete mecbur kaldılar. Bu bir musibetti. Musibetti ama acaba hangi cinayet ve günahlarımızın neticesi olarak gelmişti ve hangi mükâfatın başlangıcıydı?
Bu sorunun cevabını sahanın otoritesinden dinleyelim:
Cinayetimiz, İslâm'ın üç önemli esası olan namazı, orucu ve zekâtı ihmal etmemizdir.
Allah, günde 24 saatlik ömrümüzden yalnız bir saatini bir çeşit talim olan beş vakit namaz için bizden istedi. Biz tembellik ettik. Allah da bize beş sene 24 saat talim, meşakkat ve hicretle bir çeşit namaz kıldırdı.
Allah her sene bizden çok faydaları olan bir ay oruç istedi. Biz nefsimize acıdık. Allah da bize beş sene oruç tutturdu. Zorunlu açlığa mahkûm etti.
Allah, bize ihsan ve ikram ettiği malın onda veya kırkta birini muhtaçlara zekât olarak vermemizi istedi. Biz cimrilik ettik, vermedik. Allah da bizden birikmiş zekâtların hepsini toptan aldı. Bunlar cinayetlerimizin cezasıydı.
Bu cezalardan sonra Allah'ın Müslümanlara bir de mükâfatı olacaktı. O mükâfat da şu idi:
Fasık, günahkâr bir milletin beşde biri olan dört milyon insanı velayet derecesine çıkardı, hayatta kalanlara gazilik, vefat edenlere de şehitlik unvanını ve mertebesini verdi. Ortak hatadan gelen, ortak musibet geçmişin günahını sildi.(25)
Demek Müslümanın karşılaşmış olduğu musibet, tesadüfen gelmiyor. İsyanımıza karşı bir ceza, günahlarımıza bir keffaret olarak Allah gönderiyor. Allah'tan gelen musibet, malımızı telef etse sadaka ve zekât yapıyor, canlarımızı alsa, onlara da şehitlik rütbesini kazandırıyor.
ŞEHİTLERİN ÖZELLİKLERİ
Mikdam b. Ma'd-i Kerib anlatıyor: Peygamberimiz (sav) buyurmuşlar ki: "Şehitler için altı haslet vardır:
- Kanının dökülen ilk damlasıyla şehidin günahları bağışlanır.
- Şehit, Cennetteki makamını görür.
- Kabir azabından kurtarılır.
- En büyük korkudan (kıyametin kopmasından) emniyet ve selamette kalır.
- Şehidin başına iman tacı giydirilir. (iman bu mertebeyi kazandırdığı için.)
- Sehide yakınlarından 70 kişiye şefaat etme hakkı tanınır ve hurilerle evlendirilir.(26)
- Şehitlik, bütün hataları siler, borç (kul hakkı) hariç (bütün günahlara keffaret olur.)(27)
- Şehitler, öldürülmekten ızdırab duymazlar. Duysalar bile hadisin ifadesiyle pirenin ısırmasından veya (hafif) çimdiklenmekten duyduğunuz acı kadar bir acıyı ancak duyabilirler.(28)
- Şehitler, kendilerini ziyaret edip selam verenlerin selamını alırlar ve ziyaretçinin kim olduğunu tanırlar.
- Şehitlerin cesetleri çürümez. Mesela: Uhut şehitlerinin kemiklerini bir başka yere nakletmek niyetiyle kabirleri açılınca onca yıl geçmiş olmasına rağmen sanki uykuya dalmış kişiler gibi bulmuşlar ve omuzlarına alıp birer birer başka yere taşımışlardır.Hatta Hz. Hamza'nın (ra) ayağına kazmanın ucu değince ayağının kanadığını bile görmüşlerdir.
Şu Allah'ın lütfuna bakın ki, kendi rızası için kurban edilen hayvana ahirette cismanî ve ebedî bir vücut veriyor, sırat köprüsünde sahibine burak olma gibi bir bineklik vazifesi vermekle onu mükâfatlandırıyor. Kendi yolunda kurban edilen bir hayvana bu derece ve mertebeyi veren Allah, kendi yolunda canını veren şehit kuluna ne mükâfatlar vereceğini tahmin ve tasavvur etmek hiç de zor değil.
Allah hepimizi kendi yolunda olanlardan ve ölenlerden eylesin.
TÜRK HUKUKUNDA ŞEHİTLİK
Türkiye'de şehit kavramı zamanla dinî anlamından sıyrılıp vatanını veya milletini müdafaa yolunda ölen herkes için kullanılır hale gelmiştir. Türkiye'de şehit olarak nitelendirilen kimseler şu kategoriler altında toplanabilir:
Profesyonel veya vatanî görevini yapmakta olan askerlerden görev başında herhangi bir şekilde yaşamını yitirenler, Herhangi bir terörist saldırı sonucu yaşamını yitiren eğitim, sağlık, güvenlik vb. görevliler, Görev başında yaşamını yitiren polis, itfaiyeci vb. diğer görevliler. Bu kimseler, inançlarına bakılmaksızın, Türkçe medyada yaygın şekilde "şehit" olarak nitelendirilirler Bunların bir kısmının şehadeti, bağlı oldukları kurumların tüzükleri ve yasalarla da sabittir ve geride kalan yakınları devletten tazminat veya maddi yardım almaya hak kazanabilirler.
Bunun haricinde bazen dinî, siyasî ve ideolojik görüşleri veya eylemleri nedeniyle öldürülmüş kimseler de yakınları, dava arkadaşları, meslek arkadaşları veya taraftarları tarafından "şehit" olarak nitelendirilirler: Basın şehitleri, devrim şehitleri, Terör şehitleri
Kamuoyunda ‘’şehit sayıldı’’ya da ‘’ şehit sayılmadı ‘’ gibi ifadeler 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile ilişkilendirilmektedir. Oysa 3713 Sayılı Kanun’da şehitliğin tanımı yapılmamakta sadece vazife malulü sayılma ya da sayılmama ifadesi yer almaktadır.
3713 Sayılı Kanun’a göre; kamu görevlilerinden yurt içinde veya yurt dışında görevlerini ifa ederken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemine muhatap olmaları sonucu yaralanmaları sonucu malul duruma girmeleri ya da ölmeleri halinde malul duruma girenlerin kendilerine, ölenlerin dul ve yetimlerine görevdeki emsalinin aldığı aylık miktarının vazife malullüğü aylığı olarak ödenecektir. İfadesi yer almaktadır.
Görüldüğü gibi Kanun’da şehitliğin tanımı yapılmamaktadır.
5434 Sayılı T.C Emekli Sandığı Kanunu’nun ile 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 2330 Sayılı Nakdi Tazminat Ödenmesi ve Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun ve 3713 Sayılı Kanunların hükümleri dikkate alınmak üzere ilgililerin görevlerinin özellikleri maluliyetlerine neden olan olayın niteliği, olaya sebep olan unsurlar dikkate alınarak,5434 Sayılı Kanun’un 45. Maddesi,64. Maddesi ( 5510 Sayılı Kanunun 47. Maddesinin birinci fıkrasına göre vazife malullüğü ve aynı maddenin sekizinci fıkrasına göre harp malullüğü) 2330 Sayılı Kanun’a göre vazife malullüğü ve 3713 Sayılı kanun’a göre vazife malullüğü hükümleri uygulanmak sureti ile işlemler gerçekleşmektedir.
Bununla birlikte; Milli Savunma Bakanlığı’nca hazırlanan Şehitlik Yönergesi (MSY 439-1) , şehitliğe kimlerin gömüleceğinin belirlenmesi, şehitlik yerlerinin tespiti ve tesciliyle bakım ve onarım işlemlerinin yürütülmesi esas ve usullerinin tespiti amacıyla çıkarılan ve idarenin bu husustaki iç işleri ile ilgili bir düzenlemedir.
Gerek Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olsun ve gerekse Emniyet teşkilatı mensubu olsun MSY 439-1Yönergesi esaslarına göre şehitliklere defnedilenlerin anne, baba ve eşine onurlandırmak maksadıyla verilen ‘’Şehadet Belgesi’’’nin mali, sosyal ve hukuki hakların elde edilmesinde bir etkisi bulunmamaktadır.
ŞEHİTLİKLERE KİMLER DEFNEDİLİR
Şehitlik yerlerinin tespiti, yönetimi, inşası, bakımı, onarımı ve koruma işlemleri ile şehitliklere kimlerin defnedileceğine ilişkin esasları düzenleyen "Şehitlik Yönetmeliği" Milli Savunma Bakanlığının yazısı ile Bakanlar Kurulunca 3 Ekim 2016 tarihinde kararlaştırılan ve 12/11/2016, No: 29886 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı.
Yönetmelikle, şehitlik yerlerinin tespiti, tescili, tahsisi, yönetimi, inşası, bakımı, onarımı, koruma işlemleri ve şehitliklere kimlerin defnedileceğine ilişkin usul ve esaslar düzenleniyor.
Yönetmeliğe göre Şehitliklere defnedilecek kişiler
MADDE 3- (1) Aşağıdaki kişiler şehitliklere defnedilir.
a) Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanlıklarında görev yapan subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli astsubay, uzman erbaş ile sözleşmeli erbaş ve erler, Jandarma Genel Komutanlığında Jandarma Hizmetleri Sınıfında ve Sahil Güvenlik Komutanlığında Sahil Güvenlik Hizmetleri Sınıfında bulunan kamu personeli ile sözleşmeli subay ve astsubaylar, uzman erbaşlar ve sözleşmeli erbaş ve erler, Emniyet Teşkilatında Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan kamu personeli, Millî İstihbarat Teşkilatı mensupları ile askerlik yükümlülüğünü yerine getiren yedek subay, erbaş ve erlerden;
1) 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun mülga
45 inci ve 64 üncü maddeleri veya 56 ncı maddesi ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 47 nci maddesinde sayılan durumlarda,
6758
2) 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında
Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde
sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan
durumlarda,
3) 23/4/1981 tarihli ve 2453 sayılı Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat
Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı
maddede sayılan durumlarda,
4) 18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi
ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,
5) 28/2/1982 tarihli ve 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam
Hizmetleri Tazminat Kanununun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı Kanunun 13 üncü
maddesinde sayılan durumlarda,
6) 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu kapsamında
görevlendirilenlerden, aynı Kanunun 28 inci maddesinde sayılan durumlarda,
7) 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat
Teşkilatı Kanununun 17 nci maddesinde sayılan durumlarda,
8) 28/2/1985 tarihli ve 3160 sayılı Emniyet Teşkilâtı Uçuş ve Dalış Hizmetleri Tazminat
Kanununun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı Kanunun 10 uncu maddesinde sayılan
durumlarda,
9) 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında
Kanunun 1 inci maddesinde sayılan birliklerde görev yapanlardan, aynı Kanunun
3 üncü maddesinde sayılan durumlarda,
10) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 21 inci maddesinin
birinci fıkrasının birinci cümlesi ile aynı fıkranın (h) bendinde sayılanlardan, aynı maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan durumlarda,
11) 24/2/2000 tarihli ve 4536 sayılı Denizlerde ve Yurt Yüzeyinde Görülen Patlayıcı
Madde ve Şüpheli Cisimlere Uygulanacak Esaslara İlişkin Kanunun 12 nci maddesinde
sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,
hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
b) Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarında görev
yapan ve (a) bendi kapsamında yer almayan kamu personelinden;
1) 5434 sayılı Kanunun mülga 64 üncü maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 47 nci
maddesinin sekizinci fıkrasında sayılan durumlarda,
2) 2330 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g) ve
(h) bentlerinde sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan durumlarda,
3) 2453 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan
durumlarda,
4) 2566 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan
durumlarda,
5) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilenlerden, aynı Kanunun 28 inci
maddesinde sayılan durumlarda,
6) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde
sayılanlardan, aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan
durumlarda,
7) 4536 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde sayılan kişilerden, aynı maddede sayılan
durumlarda,
hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
c) Geçici ve gönüllü köy korucularından;
1) 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanununun 74 üncü maddesinin dördüncü
fıkrasında sayılan durumlarda,
2) 2330 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerinde
sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan
durumlarda,
3) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilenlerden, yetkili makamlarca
görevlendirildikleri resmen belgelenmek şartıyla, aynı Kanunun 28 inci maddesinde sayılan
durumlarda,
4) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde sayılanlardan,
aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan durumlarda,
5) 4536 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde sayılan kişilerden aynı maddede sayılan
durumlarda,
hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
ç) (a), (b) ve (c) bentleri dışında kalanlardan;
1) 2330 sayılı 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerinde sayılanlardan, aynı
bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan durumlarda,
2) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilen veya çalışma yükümlülüğüne tabi
tutulanlardan, yetkili makamlarca görevlendirildikleri veya çalışma yükümlülüğüne tabi
tutuldukları resmen belgelenmek şartıyla, aynı Kanunun 28 inci maddesinde sayılan durumlarda,
3) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendinde sayılanlardan,
aynı bentte sayılan durumlarda,
4) 4536 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde sayılan kişilerden, yetkili makamlarca
görevlendirildikleri resmen belgelenmek şartıyla, aynı maddede sayılan durumlarda,
5) Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumuna ait fabrika, işletme, müessese veya bağlı
ortaklıklarda görevli olanlardan, 3713 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının (ç) bendinde sayılan durumlarda, hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
d) 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde sayılanlardan,
aynı bentte sayılan durumlarda hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
e) (a), (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinde sayılan durumlarda yaralananlardan daha sonra bu
yaralanmanın sebep ve tesiri ile hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
(2) Aşağıdaki kişiler şehitliklere defnedilmez.
a) Kasıt, disiplinsizlik veya suç teşkil ettiği değerlendirilen eylemleri sonucu hayatını
kaybedenler.
b) Bünyesel rahatsızlık veya hastalık, intihar veya intihara teşebbüs, uyuşturucu,
bağımlılık yapıcı veya keyif verici madde kullanımı, kendisini askerliğe veya göreve elverişsiz
hale getirme sebebiyle meydana geldiği değerlendirilen kaza ve olaylar sonucu hayatını
kaybedenler.
c) Kanuni izinler, hava değişimi veya bunlara gidiş ve dönüşler esnasında hayatını
kaybedenler ile bakaya, firar, izin tecavüzü ve hava değişimi tecavüzünde iken hayatını
kaybedenler
Kaynak :
1 - Ayten Erol - İslam Hukukunda Şehitlik
2 - Cevaplar.org
3 - Vikipedi
4 - Şehitlik Yönetmeliği
Derleme Erol Kara tarafından @Dinierk için yazılmıştır
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız