
İnsan olarak zayıf olduğumuzu nedense bir türlü kabul edemiyoruz. Hele ki mal mülk ve makam sahibi olduğumuzda böbürlenerek yürümeler, başköşelerde yer beğenmeler ve ben bilirim havalarıyla dolaşmaktan cürmümüze bakmaksızın vazgeçemiyoruz.
Hele bir de ibadetlerimize başladıysak artık cenneti de garanti etmenin keyfi ile yaşantımızı da sürdürüyoruz.
Bu konuya nereden geldim.
Bildiğiniz gibi genellikle hac ve umre yolculuğuna çıkanlar giderken ne kadar heyecanlarına orantılı gurur ve haşmet doluysa gelişlerinde artık kendilerini bir dinin müracaat kaynağı gibi görmeye başlıyor. Gerçi bu zannetme duygusu namazlarını kılan, ibadetlerini ve hatta mümkün olduğunca nafilelerini eda etmeye çalışanların arasında da görülmektedir.
Allah-u Teâlâ c.c nasip etti, birkaç kere gittiğim kutsal yolculukta gördüğüm ve bir türlü anlam veremediğim garip duygular, “ben” yani enaniyet duygularına sarınmış, adeta ayakları yerden kesik insanların fazlalığı hep dikkatimi çekmiştir.
Hac ya da umreye gelmiş, Kâbe’ye yüz sürmüş, Mescidi Nebevi’de Resullulah aleyhisselamın kabrinde, cennet bahçesinde defalarca namaz kılmış insanlarda ki ruh durumuna baktığınızda bir veli, bir ermiş hatta ve hatta nebivari duygularla dolu olduğunu görürsünüz.
Ve bu duygu daha havaalanında uçağa binerken eşin dostun takdir ve tebriklere muhatap olan, “vay hacım ne mübarek insan oldun” sözleriyle kalplere işleyen pış pışlamalar Haremeyn’de doruğa çıkar. “Demek ki Allahu Teâlâ (c.c )nın iyi kuluyum ki, demek ki ben tertemiz bir insanım ki rabbim beni böylesine mübarek bir beldeye nasip etti. Falanca iyi olsaydı o da gelirdi. Bir de beni beğenmezler” sözü yüreklerinden beyinlerine sel gibi akar. Kulaklarından taşar ve bir anda kişinin her Beyt’i tavaf edişinde, say’da adım atışında, Harem’de oturuşunda ayaklarının yerden kesilmesine sebep olur.
Yine bir yolculuğumuzda Kâbe-i Muazzama’nın Altınoluk yönüne bakan yerinde yatsı namazını eda etmeye hazırlanıyorduk. Müthiş denebilecek güzellikte bir koku ortalığa yayıldı. Koku giderek artıyor ve ulvi bir ortamda sizi bambaşka bir âleme sürükleyeceğini sanıyorsunuz. Kokunun nereden geldiğini merak edindiğimde iki Suud’lu gencin ellerindeki büyük şişlerle hacılara koku sürdüklerini, zaman zaman da ellerindeki şişeyi sallayarak kokunun çevreye yayılmasını sağladıklarını gördüm.
Beytullah’ta bu tür koku, peçete, tespih ve zemzem dağıtanlara sıkça rastlarsınız. İnsanlar Haremeyn’de bunları zevkle yaparlar. Hele Ramazan ayında iftar saatlerindeki cömertlik yarışını yaşamanızı özellikle isterim. Bu olağan durum bakın ertesi gün bana nasıl geri döndü.
Otelin lobisinde oturuyorum. Genç bir hacı kardeşimiz yanıma geldi. Oradan buradan söz ettikten sonra “sana bir şey söyleyeceğim” dedi. Anlattı. Dün akşam yatsı namazında iken önce Resullulah’ın gül kokusunu ardından Resullulah’ın yanından tatlı bir rüzgâr estirerek geçtiğini söyledi. Kokunun onda verdiği duyguları ve o an ki güzellikle duyduklarını hissettiklerini anlattı. Dinledim. Ve her halde biraz zalimce bir yaklaşımım oldu ki sormadan edemedim. Yatsıda Altınoluk yönüne yakın oturup oturmadığını sordum. Hemen hemen benimle aynı yönde imiş. Kokunun yayıldığı anı anlattım. Çakışıyordu. İki genç koku dağıtıyordu. Herhalde dağıtılan koku burnuna geldi. Dedim. Bir gerçeği dile getirdim. Yani Kâbe’ye geldiği için hemen bu tür halüsinasyonlara sıkça rastlandığını hatırlattım. Kızdı ve yanımdan ayrıldı.
Bir yakınım birkaç yıl önce ölen yeğeninin yanında yürüdüğünü, bir başkası akrabalarını, arkadaşlarını gördüğünü söyledi. Hatta Nur ya da Sevr Dağına tırmananların anlattıkları ise bir başka boyutta. Hatta umre anılarımı yazdığım günlüğü okuyanlar Uhud’da peygamber aleyhisselamın dişinin şehit olmasının arkasından müşriklerden kurtulmak için sığındığı mağarada kokuların ziyaret edenler tarafından sürüldüğünü, peygamber kokusunun olmadığını yazdığımda bana tepki gösterenler çok olmuştu.
Olayın gerçek bir yönü muhakkak var. Ancak bu tür olağanüstü durumlara nail olacak olanların kimler olduğu bilinen bir gerçektir.
Yoksa parası olduğundan ve onun yanı sıra Allah-u Teâlâ’nın daveti ile kutsal beldeye günah batağından çıkarak giden, belirli bir süre oralarda ibadet etme imkânı bulan, kendinin arınmış ve seçilmiş kişi olduğunu sanan, belki arkasında beddualar bırakmış kişiler değil.
Hatta “ Arefe günü Arafat’ta kim bulunursa bulunsun annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış gibi tertemiz olur” hadisi kutsisin de bildirildiği şekliyle tertemiz olsa da halen kul hakkından dolayı günah yüklü bir şekilde olduğunu unutan hacının bir anda arınmışlıktan öte kendisini evliya zannetmesi gafillikten öte bir duygu değildir.
Hele hele daha yurduna dönmeden o kutsal beldelerde dolaşırken hacı olmanın verdiği öz güvenle attığı her adımda keramet yükleneceğini umanlar aksi bir davranış, beklemedikleri bir söz karşısında karşısındaki muhatabının yerlere çakılacağını, çarpılacağını dahi düşünmesi zavallılıktır.
Daha Arafat sınırından çıkmadan, Müzdelife yollarında, şeytan taşlama alanlarında ve Kâbe’nin çevresinde dolanırken içindeki enaniyet duygusuyla artık tahammülsüzlüğü doruğa çıkar. Çevresindekilerin kendilerine farklı davranış, sualsiz itaat ve hürmette sınırsızlık göstermesini düşünür. Kendisinin artık Allah-u Teâlâ’nın veli (!) kulu olduğu düşüncesizliğine girer.
Bu düşüncesizlikle hareket eden insan memleketine dönerken daha alçak gönüllü, daha mülayim davranışlar içerisinde olması ve kazandığı hayır ve hasenatın kaybedilmemesi için nefsiyle büyük cihada hazırlanması çabalarında yaşaması gerekirken “ben hacıyım” kartvizitiyle çevresine saldırmaya başlar.
Zulüm, haksızlık, kibir, aldatma ve günah olarak sayılacak davranışlar içerisinde yuvarlanmaya çalışan "hacı" etiketli bu insan nedense halen kendisini tertemiz sanır. Ve “ben hacıyım, arkadaş” kimliğiyle gurur duyarak her kapının açılacağını sanma zavallılığı içinde yaşar, durur.
Belki hacca ya da umreye gitmeden önce bir ehli iman rolü üstlenmişken kutsal yolculuk yapıp geri geldikten sonra hızlı bir şekilde bu değerlerinden uzaklaştığını bilmeyen bir zavallı durumunda çevresinin “hacı da böyle yapar mı, bu nasıl hacı kardeşim” benzeri sözler ortalıkta dolanmaya başlar.
Şunu açık ve net bir şekilde söylemek isterim.
Hacca gidenlerin mebrur bir ibadet sahibi olmasını kalben isterim. Ancak bir hac ve umrenin mebrur olup olmadığı kişinin evine, memleketine döndükten sonra yaşam şeklinden belli olur. En kısa bir özetle Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına ne kadar uygun yaşadığı bunun en net göstergesidir. Gerisi hikâyedir.
Şeytanın en fazla çocuklara, ibadet sahibi gençlere, hacdan dönenlere musallat olduğu asla unutulmamalıdır. "Hacının şeytanı boldur" denilirken hac vazifesini ifa etmiş kimsenin yoldan çıkması, haktan ve hukuktan çıkması şeytanın ona fazlasıyla musallat olmasındandır.
Özetle, hacca gidip geldiğinizde asla uçacağınızı düşünmeyin. Nasıl ki bir yağlı boya yaptıktan sonra ellerinize bulaşanları ne yapsanız temizleyemeyeceğiniz gibi, bu boyanın çıkması için günlerce beklemeniz, defalarca ellerinizi yıkamanıza bağlıysa günahlarından asla temizlemeyen bir insanın veli mertebesine, saflık duygularına, cenneti garanti etme vesvesesi ile dolu olması o denli imkânsızdır.
Zaten affedilmeyen bir kul hakkı sırtınızdan inmemişken, hac dönüşü hızla dolan amel defterine sahip çıkmadığınızda, yaptığınız Haremeyn ziyaretinin sizi cennete götüreceğine de asla inanmayınız.
Hac ve umreden döndüğünde uçacağınızı, günahlarınızdan arındığınızı sanma saflığına ve aldatılmışlığına asla kanmayınız. Bu düşünce bile sizde kibir oluşmasına sebep olan şeytanın tuzağıdır.
Nefis ve şeytana, şeytanlaşmış insanlara, gönlünüzdeki enaniyete karşı mücahit olur da tüm yaşantınıza başkalarının övgülerine kanmadan dikkat eder, haram ve helallere karşı duyarlı olur ve ibadetlerinizi halis kalple yaparsanız işte o zaman biraz şüpheli olarak rıza dairesine girmeyi ya da girebileceğinizi düşünebilirsiniz. Bunun da garantisi yoktur. Bu sadece Allah-u Teâlâ’nın takdiridir. Unutmayın ki gece gündüz tövbe eden bir peygamberi, günahlardan arınmış ismet sıfatlı bir peygamberin “şükreden ya da günahlarından tövbe den bir kul olmayayım mı" diyen Allah-u Teâlâ’nın elçisinden de örnek alırsak kendinizdeki garantili cennet düşüncesi sadece abes ve fiyasko bir düşüncedir.
Belki öldükten sonra “adam gibi adam tam bir Müslüman idi, rahmetli” sözleri sizin için kullanılırsa, ardınızdan edilen dualar hürmetine bir ihtimal Rabbimin affına mazhar olabilirsiniz.
Yoksa aldanırsınız.
EROL KARA - @dinierk
Şeytanın en fazla çocuklara, ibadet sahibi gençlere, hacdan dönenlere musallat olduğu asla unutulmamalıdır. "Hacının şeytanı boldur" denilirken hac vazifesini ifa etmiş kimsenin yoldan çıkması, haktan ve hukuktan çıkması şeytanın ona fazlasıyla musallat olmasındandır.
Özetle, hacca gidip geldiğinizde asla uçacağınızı düşünmeyin. Nasıl ki bir yağlı boya yaptıktan sonra ellerinize bulaşanları ne yapsanız temizleyemeyeceğiniz gibi, bu boyanın çıkması için günlerce beklemeniz, defalarca ellerinizi yıkamanıza bağlıysa günahlarından asla temizlemeyen bir insanın veli mertebesine, saflık duygularına, cenneti garanti etme vesvesesi ile dolu olması o denli imkânsızdır.
Zaten affedilmeyen bir kul hakkı sırtınızdan inmemişken, hac dönüşü hızla dolan amel defterine sahip çıkmadığınızda, yaptığınız Haremeyn ziyaretinin sizi cennete götüreceğine de asla inanmayınız.

Hac ve umreden döndüğünde uçacağınızı, günahlarınızdan arındığınızı sanma saflığına ve aldatılmışlığına asla kanmayınız. Bu düşünce bile sizde kibir oluşmasına sebep olan şeytanın tuzağıdır.
Nefis ve şeytana, şeytanlaşmış insanlara, gönlünüzdeki enaniyete karşı mücahit olur da tüm yaşantınıza başkalarının övgülerine kanmadan dikkat eder, haram ve helallere karşı duyarlı olur ve ibadetlerinizi halis kalple yaparsanız işte o zaman biraz şüpheli olarak rıza dairesine girmeyi ya da girebileceğinizi düşünebilirsiniz. Bunun da garantisi yoktur. Bu sadece Allah-u Teâlâ’nın takdiridir. Unutmayın ki gece gündüz tövbe eden bir peygamberi, günahlardan arınmış ismet sıfatlı bir peygamberin “şükreden ya da günahlarından tövbe den bir kul olmayayım mı" diyen Allah-u Teâlâ’nın elçisinden de örnek alırsak kendinizdeki garantili cennet düşüncesi sadece abes ve fiyasko bir düşüncedir.
Belki öldükten sonra “adam gibi adam tam bir Müslüman idi, rahmetli” sözleri sizin için kullanılırsa, ardınızdan edilen dualar hürmetine bir ihtimal Rabbimin affına mazhar olabilirsiniz.
Yoksa aldanırsınız.
EROL KARA - @dinierk
Hoş geldiniz. Fikirlerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız